ALEVİLİK, BİÇİMSEL İBADETİ DEĞİL, ÖZSEL DEĞERLERİ İÇERİR.
Alevilik, özsel değerleri önceleyen, inancı akla taşıyan, akla uymayanları eleyen ve seçen vs. bir felsefi inançtır. Her türlü şekilsel ibadetten uzak durur.
Bakın bunu en güzel ve en belirgin şekilde ortaya koyan bilge ozan Yunus Emre olmuştur. Bakın Yunus Emre:
Oruç, namaz, gusül’ü hac, hicaptır âşıklara,
Âşık ondan münezzeh, halis heves içinde.
Ey âşıklar, ey âşıklar “Işk Mezhebi” dindir bana,
Gördü gözüm dost yüzünü, yas kamu düğündür bana.
Oruç, namaz, zekât, hac, cürmü cinayettir,
Fakir bundan azaddır, hassı heves içinde… Demiş
Alevilerin bilge ozanı Yunus Emre; yukarıdaki dizelerinde Aleviliğin Oruca, namaza, hacca nasıl baktığını ve bunların Alevilikte ne anlama geldiğini açıkça ortaya koymuştur.
Alevilik ulu bir yoldur ve her türlü biçimsel ibadeti aşmış, daha ileri boyutlarda ki değerlerle donanmış ve her olaya ve olguya derin, gnostik ve felsefi anlamlar yüklemiş olan bir felsefi inanç ve öğretidir.
Bu yolun bilgeleri ve sürdürücüleri her zaman şekilsel ibadeti ötelemiş, Özsel olanı öne çıkarmış ve bu nedenle de Ortodoks inancın zorlamalarına karşı da direnmiştir.
Bu bağlam içinde baktığımızda, Ortodoks inanç, hemen her ritüelinde biçimsel ibadeti uygularken, Heterodoks bir inancı içeren Alevilik, şekilsel ibadetti hiçbir zaman uygulamamışlardır. Bunun esas nedeni, Aleviliği oluşturan “değerler sisteminden” kaynaklanmaktadır.
Çünkü Alevilik, şekilsel ibadetin, şeriat aşamasında ki insanlara özgü olduğunu, oysa Aleviliği oluşturan değerlerin marifet aşamasına tekabül ettiğini savunarak, bu anlam da üst boyutta ki değerleri savunan bir inancın, daha alt boyutta ki inanca yönlendirilmesini ve bu konuda zorlanmada bulunulmasını kendileri için zül saymaktadırlar.
Esasında Aleviliğin teolojik boyutuyla, özellikle toplumsal boyutu, egemen inanç ve egemen sistem tarafından kabul görmemektedir. Bundan dolayı da üst boyutlarda bulunan ve yüksek frekans ve titreşim gösteren bir inancın ve öğretinin, görece olarak daha az frekans ve titreşim salınan bir inancın değerlerini uygulamaya çalıştırmak, doğal olarak tepki toplamakta ve hoş karşılanmamaktadır.
Sünnilik nübüvvet, Şiilik imamet, Alevilikse velayet yolunu izler.
Velayet, velilik, pirlik, mürşitlik, bilgelik yoludur.
Velayet sıfatını yüklenmiş olan veli, tanrı dostudur. Tanrısal gerçekliği fark etmiş, kaynağını bulmuş ve o kaynağa doğru gitmeye çalışan bir kimliktir. Aradığı kaynağı bulan ve bu yolda ilerleyen bir yol erine, “gel yeniden kaynak ara” demek, onun için bir hicaptır (acıdır, ardır.)
Büyük ozan Yunus Emre’nin dizelerine baktığımız da bu gerçekliği görebiliyoruz. Ne diyor Yunus;
Ben, şekilsel ibadetlerin hepsini aştım, aşka girdim. Aşka girmek, aradığı kaynakla buluşmaktır. Aşk, insanın aradığını bulması ve bulduğuna yoğunca bağlanmasıdır. Şimdi, aradığını bulan birisine; “ondan vazgeç, aşkını yeniden ara” demek ne kadar doğru?... Bundan dolayı Yunus, “âşık ondan münezzeh” diyerek, "ben şekilsel ibadeti geçtim, yolumu buldum ve orada ilerliyorum, ben yeniden yolun başına gitmem, çok menzil aldım, yolun başından çok çok daha uzaklardayım, daha da üst noktalardayım", diyerek, kendisinin bulunduğu aşamayı da ortaya koyuyor.
Yunus Emre, “Işk Mezhebindenim” diyerek, her zaman karanlığa karşı olduğunu da belirtmektedir. Ulaştığı bilgilerle ve üstün değerlerle ışıklanan, aydınlanan ve aradığıyla buluşan Yunus; “en büyük dinin sevgi olduğunu” belirtmekte ve özünün sevgiyle donandığını savunmaktadır. Böylece gördüğü “aydınlık yüzle ve bilinçle”, mutlandığını ve bu mutluluğu bütün dünya da duyduğunu söylemektedir.
Yunus Emre’ye göre; “bu konuma gelmiş, aydınlanmış, bilinçlenmiş, özü kavramış ve her ne olursa olsun, her şey de “öz” önemlidir diyebilmiş ve bunu bilmiş” olan bir insanın, artık, şekilsel ibadetle yetinmesi olanaksızdır. Bunun için “Oruç, namaz, zekât, hac cürmü cinayettir” diyerek, kendisinin bu konumdan uzak olduğunu da şu dizeyle ortaya koymaktadır. “Fakir bundan azaddır, hassı heves içinde”… Yunus Emre, açıkça şekilsel ibadetin kendisi için çoktan geride kaldığını, ondan kurtulduğunu belirterek, öze önem veren değerleri taşıdığını belirtmektedir.
Şeriat aşamasında ki insan, kendisine sunulanla, ezberletilenle, öğretilenle, var olanla yetinen; ne verilmişse onu sunmaya çalışan ve onlara bağlı kalan bir aşamadır. Dolayısıyla bu aşamada, şekilsellik ve biçimsellik öne çıkar. Bütün egemen konumunda bulunanlar bu aşamada kendilerine yarar sunacak “değerleri” bulmakta zorlanmazlar. Bundandır, egemen anlayış her zaman “inancın şekilsel yönünü” kullanmıştır.
Alevilik, buna karşı çıkan ve her şeyin içinde hem doğru hem yanlış, hem karanlık hem aydınlık, hem yarar hem de zarar vs. gibi diyalektik karşıtlığının bulunduğunu ortaya koyan ve bu anlamda, her zaman aydınlığı, doğruyu, yararlı olanı vs savunduğu için de, egemen olanla her zaman sorun yaşamış bulunan bir felsefi inanç, toplumcu öğreti olmuştur.
Bugün Alevilik adına birileri çıkıp “Aleviler isterse namaz kılar” diyebiliyorsa, esasında bunu söyleyenin “Aleviliği” hiç anlamadığını ortaya koymaktadır.
Bu söylem Alevi değerlerine uygun olmayan bir söylemdir. Doğal ki, Alevi olduğunu söyleyenlerden “şekilsel ibadete” öncelik vermek isteyenler olduğu gibi; Sünni olduğunu söyleyenlerin içinden de “şekilsel ibadet yerine, “özsel” değerlere önem verenler de bulunmaktadır.
İzzettin Doğan, kendi öznel anlayışını yansıtmaktadır, bu anlayışın Alevice yaşayanlara etkisi olmayacaktır.
Alevilik, akıl, bilim, sevgi, muhabbet, ikrar, rızalık vs. yoludur…
Egemen anlayışla bütünleşmiş olan İzzettin Doğan, Aleviliği Şiileştirmek veya Sünnileştirmek ve taşıdığı evrensel değerlerin içini boşaltmak için elinden geleni yapmaktadır. Kral çıplak ve söyledikleri ortadadır.
Aleviliğin, evrensel değerlerini dillendirmek ve savunmak yerine, sürekli Ortodoks inancın değerlerine referans vermek, bunu yapan kişinin de amacını ortaya koymaktadır.
22.11.2015