ALEVİLİKTE VAHDET-İ MEVCUT ANLAYIŞI


Hatayi der ki:
Yer yoğiken gök yoğiken tâ ezelden var idim
Gevherin yek-dânesinden ilerü perkâr idim.
(Daha dünya oluşmamışken, yıldızlar, gök cisimleri yokken, ben çok daha öncesinden vardım/ Cevherin en küçük parçasından daha da ötelerinde bulunmaktaydım. Şimdiyse, açığa çıktım, görünür oldum, cevherden daha ileri bir boyuttayım.)
Ozan, bu dizelerinde de “devriyeyi” anlatmaktadır. Buna göre, görünür evrenin ötesinde, açığa çıkmamış konumdaki gizil nes-nelliğin içinde kendisini var edecek tözün bulunduğunu, bu anlamda beden bulmadan önce de var olduğunu; kendisinin de dahil her varlığın tek bir noktadan çıktığını, dolaysıyla her varlığın temel kaynağının aynı olduğunu belirtmektedir. Bu nedenle, görünür ve görünmez olan her nesnenin birbirine bağlı olduğunu belirtmektedir. 
Bâtıni felsefede, evren ensiz ve sonsuzdur ve evren, görünüme çıkmadan önce de vardır. Yokluk denilen şey gizil nesnellikten başka bir şey değildir. Gizil nesne ancak düşünceyle veya nesnelerin ortaya koyduğu sonuçlarla anlaşılır. Tanrı kavramı, bir yanıyla, gizil nesnelliğin adıdır. Esasında, ortaya veya görünüme çıkmamış her şey Tanrı’nın veya evrensel enerjinin içinde potansiyel olarak vardır. Bir nesnenin açığa çıkması, potansiyel konumdan aktüel konuma geçmesi, yani beden bulup görünür olması demektir. Açığa çıkan, beden bulan her şey, kendi gerçekliğini de var kılar.
Ozan, “ben doğmadan önce de vardım” diyerek, bedenleşmeden önce, kendi nesnelliğinin, Batın (gizil) konumda bulunduğunu ama kendisi beden bularak Batın konumundan, zahir (görünür, gerçek) konuma geçtiğini belirtiyor. Ozan, evrende bulunan tüm maddeler için de bu böyledir diyerek, her şeyin tek bir cevherden (noktadan) var olduğunu, evrenin, olguların ve olayların varlaşmasının, çok hassas ve bir pergel veya cetvel ölçüsü duyarlılığında bulunduğunu belirtmektedir. Aslında, her şey bir birikim, bir ölçü sonucunda vardır. Atomik ve moleküler anlamda da bu böyledir. Örneğin, suyun oluşumu için iki adet Hidrojenle, bir adet Oksijenin birleşmesi gerekir. Eğer bu ölçüde bir birleşme olmazsa o zaman su olmaz. Bir insanın ölümünün de yine, insan bedenini oluşturan moleküllerin süreç içinde azalması ve hücrelerinin iş yapamaz konuma gelmesiyle söz konusu olmaktadır. Bu bağlamda, moleküller, bir bedenden ayrılıp, başka bedenlere can verirken, birisinin ölümüne ve bir başka şeyin ise doğumuna neden olmaktadırlar. Hatayi, bu evrensel oluşumu dile getirmektedir. 
Yunus Emre, bir dizesinde şöyle der:
Gel mevc-i acayip, gör derya-yı, nihan gizli
Bir bahr nihayetsiz, katrede olur pünhan. (Turan Alptekin, Bir Ene’l Hak Şiiri, Yunus Emre; Âşık Yunuslar ve Yunuslar; Demos yay. 2007, s. 68).
(Şu dalgayı bir gör, ne olağanüstü, bu dalgada, neler gizli, dalgayı anlamak için, deryayı bilmek gerekir/Bu sonsuz, uçsuz-bucaksız deryada, sonsuz katreler (damlalar) bulunmaktadır, deryanın tamamı, bu damlalarda gizli).
Yunus Emre, yukarıdaki dizelerde, evreni, deryaya benzetiyor. Deniz olmasa dalga olmaz diyerek, dalgayla denizi bir bütünlük içinde sunuyor. Çünkü dalganın oluşumu, denizde gizlidir ve dalgayla deniz birbirinden ayrılamaz. Derya, sonsuz damlalardan oluşmaktadır. Bu anlamda, deryayı, damlalardan, damlaları da deryadan ayıramayız ve dolayısıyla derya ve damla, ikisi bir bütündür. Evren de böyledir. Evreni var eden sonsuz noktalar, damlalar, parçalar, partiküller, atomlar ve atom altı parçacıklardır. Bunların hiçbirisini diğerinden ayıramayız. Bunların, aralarında yaptıkları bağıntılar ve zincirleme ilişkiler sonucunda, ortaya sonsuz bir enerji çıkmakta ve bu enerjinin itici gücüyle, sonsuz nesneler, olgular ve olaylar meydana gelmektedir. Tüm bu ilişkiler ve nesnelerin toplamı evreni oluşturmaktadır. Evren ve gizil evrenin toplamıysa “Tanrı”dır. Bugün bilim bize evrenin %96'sının karanlık madde ve karanlık enerjiden oluştuğunu söylemektedir. Görünür evren yalnızca tüm evrenin %4'ünü oluşturmaktadır. Görünmeyen ama gerçekte var olan % 96, gizil nesnelliktir. Görünür evren, karanlıktaki evrenden ve enerjiden çıkmıştır yani Südur etmiştir.
Dolayısıyla, her şey her şeye bağlı ve her şeyden bir şeyler taşıyorsa, şeyleri birbirinden kopuk olarak görmek doğru değildir. Bu bağlamda Tanrı, evreni hareket ettiren sonsuz güçtür ve bu güç asla evrenin dışında ve ötesinde değildir. 
Yunus’un şu dizelerine bakalım:
Yıldırım olup şakıyan, şak’yup u nefsi tokuyan
Yer ka’resinde berkiyen, şol ağulı yılan benem (Alptekin, age, s. 21)
Yunus, bu dizelerde, her olay ve olgunun birbirleriyle bağıntısını ortaya koymakta ve diyalektik bir düşünceyi savunmaktadır. Ozan, kendi varlığıyla, diğer bütün nesneleri bir bütün içinde görmekte, total bir anlayışla, hiçbir parçanın, bütünden ayrı olmadığını savunmaktadır. Yunus’un bu görüşü, panteist bir anlayışı ortaya koymaktadır. Her şey benim, ben her şeyim anlayışı, evreni oluş-turan hiçbir nesneyi birbirinden ayrıştırmadan, onları nedensellik bağları içinde gören, farklı görünümlerin, biçimlerin var olduğunu ve öz olarak her nesnenin aynı noktadan, aynı özden çıktığını belirtmektedir. Yani, tüm nesneler “vahdet” konumundadır. Bir nesneyi, diğerinden ayırmak bir yanılgıdır. Bu bağlamda Yunus, “bazen yıldırım, bazen yağmur, bazen toprak, bazen yılan” vs olmaktayım, diyerek, hulul ve tenasüh anlayışını da ortaya koymakta ve sürekli devir-daim içinde bulunduğunu belirtmektedir. 
Niyazi-i Mısri (1618-1694), bir dörtlüğünde şöyle der:
Bahr içinde katreyim
Bahr oldı hayran bana
Ferş içinde zerreyim
Arş oldı seyran bana (Turan Alptekin, Niyaz-i Mısri, Demos Yay. 2008, s. 49)
Bu dizelerde de, panteist bir anlayış egemendir. “Bahr yani derya içinde katre (damla, parçacık) olmak”, damla ile bütünü bir görmek demektir. Ferş (Yeryüzü, dünya) içinde, zerre olmak, tüm varlığı bütünselliği içinde kavramaktır. Çünkü zerre bütünü oluşturuyor, bütünde zerreyi içinde taşıyor. 
İnsanlar ve nesneler dünyaya, dünya güneşe, güneş galaksiye, galaksi, galaksi kümelerine vs. bağlıdır. Tüm bu büyük sistemler de, sonsuzca zerrelerden meydana gelmiştir. Böylece, her büyük, sonsuz küçüklerden oluşurken, her küçük de büyüğün yapısına girer ve ona beden verir. Örneğin, güneş, galaksi, insan, yani tüm nesneler, atomlardan ve atom altı parçacıklardan oluşmuştur. Bu olgu içinde, bütünden zerreye, zerreden bütüne akış vardır ve sürekli, biri diğerine dönüşür. Böylece, öz olarak hiçbir şey kaybolmaz. Yani zerre, evreni, doğayı dolaşır. Yine, zerreyi oluşturan temel enerji asla yok olmaz. Termodinamiğin 1.yasası, “enerji asla yok olmaz” der. Bu anlamda madde de yok olmaz. Sonuç olarak, enerji maddeye, madde enerjiye dönüşüyorsa, o zaman evren sonsuzca var demektir. 
Kuantum, insan bilincine, en küçüklerin evrenini, atom altı parçacıkların nasıl davrandığını, nasıl devindiğini ve görünenin ardındaki görünmez gerçekliği de anlamamızı sağlamıştır. Görünen, esasında görünmez olanın bitmez-tükenmez enerjisiyle var olur. Bu anlamda görünenle-görünmeyen birbirine bağlıdır. Dolayısıyla ikisi arasında bir vahdet vardır. Gizli olanla açık olan bir bütündür ve her ikisi de mevcuttur. 
Zerreler yani temel parçacıklar, farklı süreçlerde, değişik uzamlarda, farklı nesneleri oluşturur. Bir zerre, yani atom veya atom altı parçacık, bir milyar yıl önce bir kayanın içindeyken, bugün bir insanın hücresinde bulunabilir. Bunun tam tersi de olasıdır. Dolayısıyla zerreler sürekli seyran ederler. Bu ilişkiler içinde, madde de, enerji de seyran ederler, yani her şey devinim halindedir. 
Bu anlayış, vahdet ve mevcut anlayışını içerir. Bu aslında, “her şey birlik içinde bulunur ve varlık sonsuzca vardır” anlamına gelir. Bunun kavramsal adı da vahdet-i mevcuttur. 
XVl. Yüzyıl ozanlarından biri olan Usuli, şu dizleri ortaya koymuştur:
Vücud-i mutlak’ın bahri ne mevci, kim ider peydâ
Ene’l -Hak sırrını söyler, eğer mahfi, eğer peydâ (Eyuboğlu, age, s. 113)
Bu dizlerde ozan; sonsuzca var olan, hiçbir zaman, hiçbir koşulda, yok olmayan şey (evrenin özü, enerji, Tanrı), sonradan vücut bulan, beden olan şeyleri var etmiştir, diyor. Buna göre, varlığın sonsuzluğu, denizde, deryada, nesnelerde gizlidir. Denizin dalgası, suyun eyleminden kaynaklanır. Deniz olmasaydı, dalga olmazdı. Dalga da denizin bir sonucudur. İkisi bir ve aynıdır. Açık olan denizdir ve görünendir. Dalga ise, onun özün de, enerjisinde ve potansiyelin de mevcuttur. Gizli olanla, açık olan aynı dili konuşur. Açık olandan, gizli olana varmak, bilgiyi gerektirir. “Ene-l Hak”, gizil konumundaki gerçekliğe, bilgiyle, sezgiyle ulaşmaktır. Gizli olana ulaşan, açık olanla gizli olanın kaynağının aynı olduğunun farkına varan insan için, kapalı olan, gizli olan kalmaz. Var oluşun gerçekliğine ulaşan için de, vahdet ve mevcut ayrımı söz konusu olamaz. Çünkü ikisi birdir.

NOT: Alevilik Temel Eğitim Dersleri 2. cilt'ten alıntıdır.