DAYANIŞMA VE TOPLUMSALLIK

 

            İnsan toplumsal bir varlıktır. Toplumun dışında kalan bir insan, insanlık yetilerini yitirir.

            Her insan toplumun bir ürünüyken, her toplum da tek tek insanların  bir araya gelerek oluşturdukları insanlar bütünlüğünden oluşur. Bu olgu, her insanı bir başkasıyla veya başkalarıyla  zorunlu ilişkiler kurmasını doğurmuştur.  Buna "toplumsal ilişkiler" denir.

            İnsanların, yaşayabilmeleri için beslenmeleri, barınmaları, güven içinde olmaları gereklidir. Ve yine insanın, soyunu sürdürebilmesi için cinselliği yaşaması da gerekmektedir. İşte toplum içinde insanların, tüm bu gereksinimlerini yerine getirebilmeleri için farklı farklı iş bölümlerine gitmek zorunda kalmışlardır.  İşte toplumda, bu çok çeşitli üretim işlevlerini yapanlar, süreç içinde, dayanışma içine girerek birbirlerinin gereksinimlerini karşılamışlar ve toplumun ihtiyacını gidermişlerdir. 

            Bu da bize şunu göstermiştir: Demek ki, insanı insanlaştıran ve onu doğaya karşı güçlü kılan şey, insanın dayanışmasıdır. İşte bu dayanışmadır ki insanlara güven sağlamış ve toplumların ayakta kalmasının en temel işlevini yerine getirmiştir.

            Tarihi süreç içerisinde farklı üretim alanları ve üretim ilişkileri, farklı örgütlenmeleri de doğurmuştur. Öyle ki toplumsal olayların en temel nedeni de söz konusu toplumsal ilişkiler de ve bu ilişkilerin oluşturduğu sosyo-politik nedenlerden kaynaklanmıştır. Ve sonuçta, insanlığın her döneminde üretim-paylaşım nedeniyle nice kavgalar ve savaşlar olmuştur. Zamanla, insanlığın örgütlü ve merkezi bir oluşuma girmesiyle, teknolojinin gelişmesiyle, insanlar arasında da savaşlar, kavgalar daha da sistemli ve yoğun bir konuma girmiştir.

            Söz konusu üretim ve tüketim süreci, zamanla üretim ilişkilerinde de değişimlere neden olmuş ve toplumsal ilişkiler içinde insanlar değerler üretmişler ve sonuçta üretilen değerler, insanlığın kültürel birikimiyle “değerler sistemini” yaratmışlardır. İşte bu değerler sistemi, insanın insanlaşmasının da serüvenidir.

            İnsanı insanlaştıran, insana insanlık katan, iyiliği, güzelliği, barışı, dostluğu öne çıkaran etik değerler vardır. Bu değerleri kişiliğinde taşıyan nice insan, insanlığa örnek olmuşlardır. Bunlar, veliler, pirler, mürşitler, bilginler, kâmil insanlardır. Bu insanlar, söz konusu insanı insanlaştıran bu yüce değerleri tinlerinde taşıyan insanlar olmuşlardır. Bu insanlar, görüşlerinde insanı en temel noktaya koymuşlardır. Bu ulu insanlara göre; insan her toplumsal değerin üstündedir. Tinleri olgunlaşmış bu insanlara göre ekonomik çelişkiler, toplumsal kavgalar ve savaşlar, doyumsuz insanların benliklerinden kaynaklanır. "Ben duygusu" dünyada insanlar arasında kötülüğü, fesatlığı, açlığı, yoksulluğu var eden bir duygudur. Önemli olan insanı bu olumsuz davranışlardan uzaklaştıracak olan duyguların yerine, insanı üst düzeylere taşıyacak olan ve insan olma bilinci veren,  “paylaşma, dayanışma, sevgi..." gibi değeri koymaktır.

            İşte böylesi insanlar dünyayı güzelleştir. İnsana güven ve sevgi verir. Böylesi değerlerle yaşam bir anlam kazanır. Yoksa yaşamın amacı nedir ki? Yaşam, üremek, yemek, içmek midir? Bunları diğer biyolojik varlıklar da yapıyor!

            Oysa insan da, yardımlaşma, özgürlük, barış, sevgi, saygı, hoşgörü, alçak-gönüllülük, paylaşma, dostluk, güler yüzlülük, hoş sohbetlik, tebessüm, selamlaşma, tokalaşma, iyilik, güzellik, samimilik, güven, vs. gibi değerler, yüce değerlerdir. İnsanın insanlaşması ancak bu yüce değerlere sahip olmakla olasıdır. Dolayısıyla bu ulu değerleri yaşama katmak, en insani olandır.

            Örneğin: Toplu yaşamın kurallarını hiçe sayan ve bu bağlamda dik başlı, kendinci, saygısız, kinci, … ve daha bir sürü olumsuzlukları kişiliğinde toplamış bir insan düşünün! Şimdi bu insanın davranışını hangi toplumsal değerlerle ölçeceğiz? Bu insanı hangi sıfatla nitelendireceğiz? Doğal ki toplum kurallarını tanımayan böyle bir insan, toplum dışına itilir. 

            Doğal ki, süreç içinde, değişimin ve devinimin var ettiği gerçeklik içinde, bazen, değerler eskir; yeniyle eski çatışır. Esasında yaşamın pratiği ile kurallar da sürekli çelişir. Çünkü insan iradesi bulunan; ama aynı zaman da sonsuz istekleri olan bir varlıktır. Bir hakikat olarak, toplumsal gerçeklik içinde, bu çelişkiler yumağında, birçok insan, yukarıda belirttiğim, toplumsal etik değerlerden uzak yaşar. Öyle ki, bazen, bir insan yanında ki diğer bir insana bu değerlerden birkaç tanesini aynı anda göstermekten çekinmez. Bir insan, iyi ya da olumsuz değerleri benliğinde birlikte taşır. Bu özün de insan olmanın da gereğidir. Esasında insanın davranışını, zaman + mekân pratiği ve var olan toplumsal koşullar belirler. Çünkü insan toplumun dışında insanlaşamaz.

            Bu durum üretim biçimi ve üretim ilişkisiyle direk ilgilidir. Çünkü insan toplumun bir üyesidir. Ve toplumsal üretimin paylaşılması da insanın pratik davranışını etkiler. Aç ve yoksul bir insandan, tok olan bir insanın davranışı beklenemez. Zaten böyle bir olgu da olası değildir.

            Günümüzde, her şeyi bireyselleştiren, dirimsel kazancı her kazancın önüne koyan; “para kazan da nasıl kazanırsan kazan diyen;” toplumsal üretimin sonucunda biriken, katma değeri, adaletsizce dağıtan; zengini daha zengin, yoksulu daha da yoksul kılan ve insanların duygularını rencide eden ve yaşamlarını yozlaştıran; büyük insan yığınlarını, azınlığın güdümüne sokan; ekonomik yetersizlikten dolayı çaresizlik yaşayan ve "böbreğini vs." bile satmaya kalkışacak olan insanların, yaşadığı bir toplumsal yapıyı var eden bir gerçeklik içinde yaşıyoruz. Dolayısıyla bugün, insanı dışlayan, her şeyi parasallaştıran bir toplumsal yapı yaşanmaktadır. Bu koşullar devam ettiği sürece insanlardan, güzel olan etik değerleri korumalarını, onları yaşama geçirmelerini beklemek ham hayalden boş ütopyadan başka bir şey olamaz.

            Özelde kapitalizm, geneldeyse özel mülkiyetçi ekonomik ve toplumsal anlayışlar insanı bozmuşlardır ve bozmaktadırlar. Bozulan yapı, kendisini düzeltecek değerler arar. Dolayısıyla bugün, insan kendini aramaktadır. Bu koşullar içinde, günümüzde de, her türlü insani değeri bozan kapitalizmin toplumsal koşullarında, aranılan ve istenilen insanı yaratmak olanaksızdır. Çünkü, bugün, sanal olan gerçeklik sayılmakta, gerçeklik ise dinozorluk!. Bu aslında ters algıdır. Bu durum, insan beyninin durağanlaşması ve görüşlerinin amalgamlaşmasıdır.

            İnsani değerleri yeniden var etmenin tek yolu; toplumcu bir yapıyı oluşturmaktır. Bu anlamda, toplumun, bütünün yararını düşünen, teknolojiyi ve bilimi insanın yararına kullanan, üretimi toplumun gereksinimini karşılayacak bir yapıya dönüşmesini sağlayacak bir toplumsal yapıyı var etmeden insanın "kurtuluşu" sağlanamaz. Bu bağlamda insanı insanlaştıracak değerler yaşamın pratiğine yansıtılmadığı sürece, insanlık daha çok acı çekecektir.

            Bu sistem, aynı zaman da etik değerlerin dejenere olmasını da doğurmuştur. Öyle zamanlar olmuştur ki; bu insan dışı sistem, ahlaki değerleri küçümseyen, dostluğu, paylaşmayı, barışı, kardeşliği… yok sayan bir anlayışı dayatmıştır. Çünkü bu sistem, bu anlatılan değerleri (dostluk, kardeşlik, paylaşım, eşitlik, barış vb. ) bugünün post-modern anlayışı içinde “değersiz” görmüştür. Bu post-modern değerler içinde insan yalnızlaşmaktadır.

            Dolayısıyla, büyük yığınlar içinde yaşamasına karşın, insanlar yalnızlık yaşamaktadırlar. Ve yalnızlık yaşayan her insanın korkusu vardır. İnsan, sistemle yabancılaştığı andan itibaren, kendisiyle de yabancılaşır. Yabancılaşan insan, kendisiyle toplum arasında ki bütünlüğünü kuramayan ve bu anlamda bilinç bulanıklığı yaşayan insandır. Bundan daha korkunç ne olabilir ki. Büyük çoğunluk içinde yalnız yaşadığını far eden insanın psikolojik huzursuzluğu ve saldırganlığı artar. Çevreye olmadık zararlar vermeye başlar. Bu olgu da hırsızlık, kapkaçlık… gibi olumsuzlukları çoğalır.

             Öyle ki, yalnız insan, üretmeyen, paylaşmayan, konuşmayan, sorunlarını anlatmayan insandır. Yalnız insan, çekingen, mutsuz, geleceğe dönük umutsuz ve korku içinde olan insandır. Böylesi bir insanın benliğinde hep belirsizlik bulunur. O halde yalnızlık nasıl giderilir? 

            Bu sorunun yanıtı: Tabi ki sevgiyle, üretimle, paylaşımla, arkadaşlıkla, dostlukla, muhabbetle, adil bölüşümle, adaletle, dayanışmayla vs...

            Dayanışma, hem toplumsal, hem ailesel ve hem de bireysel olabilir.

            Dayanışma nedir?

           Dayanışma, birliktelik, örgütlülük ve bir arada olma gibi insani değerlerdir.

            Dayanışma, zor durumda kalan bir insana yardımcı olunması, insanın insanlığının öne çıkmasıdır.

            Dayanışma, insanların ortak değerlerde bir araya gelmesidir.

            Dayanışma, yardımlaşmadır.

            Dayanışma, birleşmedir.

            Dayanışma, güçlerin birleştirilmesidir.

            Dayanışma, “ben”i aşıp “biz”e ulaşmadır.

            Dayanışma, belirli konularda anlaşmadır.

            Dayanışma, kararlılığın ortaya konmasıdır.

            Dayanışma, damla halinden, derya haline geçmektir.

            Dayanışma, elbirliğiyle bir şeyleri yapmaktır

            Dayanışma, irade yerine iradelerin bir aradalığıdır.

            Dayanışma, insanların birbirine yaslanması, destek vermesidir.

            Dayanışma, imecedir.

            Dayanışma, işbirliğidir.

            Dayanışma, insanın toplumsallığının göstergesidir.

            Dayanışma toplumsal bilinçtir.

            Dayanışma, yalnızlıktan kurtulmadır.

            Dayanışma, insanın insanlaşmasıdır.

            Dayanışma, insanın varlığını sürdürmesidir.

            Dayanışma; “bir elin nesi var, iki elin sesi var” öz sözünün yaşama geçirilmesidir vs...

            Hasta bir insana, psikolojik destek vermek; tedavisinde gerekirse dirimsel destek sağlamak, o insanın yanına uğramak, duygudaşlık (empati) yaparak onun duygularını özde yaşamak, ona anladığı bedensel işareti sunmak kadar daha güzel ne olabilir.

            Hacı Bektaş Veli der ki; “Benim kâbem insandır".  Kâbemiz insan olmalıdır.  Zor durumda kalan bir insana yardımcı olmak o insanın pozitif enerjisini arttırır. Yaşama gücüne güç katar.

            Ozan Şahturna, bir dörtlüğünün dizesinde şöyle der: “Her şey pahalı insan ucuz” görülüyor ki bu dizeler toplumsal gerçekliği ortaya koymaktadır. Metaların pahalı olup, insan yaşamının ucuz olması, aslında büyük yığınların dayanışma kültüründen yoksun olmasından kaynaklanmaktadır. Çünkü dayanışma kültürü örgütlü olmayı da zorunlu kılar. 

            Eğer toplumsal bilinç gelişmezse, insanlar dayanışma kültüründen uzaklaşırlar. Böylece farklılıklar, düşmanlığa dönüşür; kavgalar ve ayrışmalar gündeme gelir. İşte o zaman Ozan Şahturna’nın dizesinde dile getirdiği gerçeklik ortaya çıkar.

            Çünkü, dayanışma içinde olmayan, yalnız olan insan güçsüzdür, çaresizdir, naçardır, eksiktir, yılgındır, gelecek korkusu içindedir, zayıftır….

            O halde dayanışma, insanın insanlaşmasının en temel öğelerinden birisidir.

            Bu nedenle dayanışma, insanın insan olmasının olmazsa olmazıdır.

            Yapılacak şey dayanışma bilincini ve kültürünü öne çıkarmak olmalıdır.

 

                                                                                      03.03.2011

 

                        Yeniden gözden geçirildi.                                15.01.2018         


Ücretsiz web sitesi oluşturun! Webnode