DİYANETİN FETVALARI ve LAİKLİK

Laiklik? Etimolojik kaynağı Yunancadan gelir. Yu-nanca “Laos” sözcüğü “Halk” anlamına; “Laikos” sözcüğü ise ; “din adamı olmayan, ruhban zümresinden olmayan” anlamına gelmektedir
Tarihsel süreçte Laiklik; Feodalizmden, Burjuvaziye geçiş aşamasında, burjuvazinin din adamını ve dinsel yöne-timin topluma olan etkisini nötrleştirmek ve Feodalizmi tas-fiye etmek amacıyla oluşturduğu bir üst yapı kurumu, bir toplumsal anlayış, bir yaşama biçimi olarak doğmuştur. Üretici güçlerin gelişmesi, yeni bir üretim biçimini doğur-muştur. Gelişen bu yeni üretim biçimi (Burjuvazi) kendini var edecek olan “üst yapı” kurumlarını da yaratmıştır.
Feodalizm kendi “üst yapı” kurumunun en tepesine “din ve din adamlarını” koymuştur. Dinin toplumda çok et-kin olduğu bir üretim biçimidir. Dolayısıyla Burjuvazi geliş-tiğinde, Feodalizmin bu kurumuyla da büyük bir savaşım halinde olmuştur. İşte Laiklik bu savaşımın bir ürünü olarak meydana gelmiştir.
Laiklik özünde dünyasallaşmanın, yaşamı önemse-menin, dünyada var olan şeylere değer vermenin bir başka adıdır.
Laiklik yeni toplumsal sınıfın (Burjuvazinin) evrene, insana, topluma kendi özgünlüğünde bakışıdır. Din ve dinsel örgütlenmelere karşı yeni bir duruş ve bir toplumsal yapı-lanma biçimidir.
Bu toplumsal yapılanmanın özünde; Ümmet’ten ulusa; kulluktan, yurttaş olmaya geçmek vardır.
Laiklikte asıl amaç; aklın, bilincin bireyselleşmesi ve özgürleşmesi, kişinin kendisi olması; egemenliğin kutsal (Tanrısal) olandan, dünyasal olana (halka) bırakılması; İmparatorluktan Ulus Devletlere geçiş vs. gibi toplumsal ve sınıfsal yapılaşmanın koşullarını yaratmak vardır.
Laiklik; çağdaşlaşmanın, demokratikleşmenin, ol-mazsa- olmazıdır. Laiklik olmadan özgürlükler yaratılamaz. Laiklik olmadan demokrasi yaşatılmaz veya var edilemez.
Laiklik; aklın ve bilimin inançtan özgürleşmesi, her-kesin inancını başkasına dayatmadan özgürce yerine getir-mesi ve inancı insanın kendi iç dünyasına bırakmasıdır. İnanç, kişinin kendi iç dünyasını rahatlatması olduğundan bu alana kimsenin girmemesi laikliğin en temel savıdır.
Laiklik; dünyasallaşmadır. Dünyasallaşma, dirimsel gerçekliğin belirgin konumda olması ve insanların söz konusu maddi koşulların verilerini geçerli sayması vs demektir. Dünyasallaşma, varlaşan (maddi ve manevi) değerler de maddi dünyanın var ettiği koşulların çok temel olduğunu kabul etmesi ve yaşamını yaşadığı dünyanın verilerine ve değerlerine göre belirlemesi vs anlamlarında gelir. Verili dünya, insanın, doğanın kendisine sunduğu her türlü şeyden yararlanma ve bunun için üretimde bulunma ve doğayı işleyerek gereksinimini giderme işlevidir. Bu anlamda laiklik, kaderci ve öbür dünyacı anlayıştan kurtulmasını ve insanın kendisiyle ve doğayla yabancılaşmasını engelleyen bir işleve de sahiptir.
Laiklik; her farklı inanca saygılı olmak, kimsenin ibadetini küçümsememek, kimseyi dışlamamaktır.
Laiklik; yönetme erkinin Tanrı’dan alınıp, insanlara verilmesi; yönetimin gökyüzünden, yeryüzüne indirilmesidir. İnsanın kendi istenciyle kendilerini yönetecek erki belirleme-sidir.
Laiklik; dokunulamaz, paylaşılamaz ve kutsal (gücünü tanrıdan aldığını söyleyen) olduğu için de mutlak olduğu kabul edilen ve Feodal erki oluşturan bir Kral’ın, bir Padişahın ve Ataerkil aile yapılanmasının yıkılmasına yönelik bir eylemdir.
Laiklik; efendi- kul ilişkisini kaldırmasıdır; aynı zaman da özgür birey ve yurttaş olma bilincidir. Kişinin kendisini özgürleştirmesidir.
Laiklik; aydınlanmadır. Kişinin, evrene, topluma ve insana bilincin aynasından bakmaktır. Bilimi ve aklı gerçeğe ulaşmada en geçerli yöntem olarak görmektir.
Laiklik; olgulara, olaylara şüpheci ve eleştirel bakmaktır.
Bu tanımlamalara daha birçok tanım eklenebilir.
Yapılan tanımlamalardan da anlaşılacağı gibi laiklik; yalnızca Din ve Devlet işlerinin birbirinden ayrılması demek değildir. Bu tanım Laikliği işlevsiz kılmak ve onun alanını daraltmaktan başka bir şeye yaramaz. Bu anlayışa göre “Devlet Laik olmaz, kişiler laik olur” gibi garip bir anlayış ortaya çıkar. Buna göre, devlet, dinsel örgütlenmeye karışmasın demenin bir başka söylemidir. Bu söylem, “Devletin Hukuku olmaz, insanların Hukuku olur” gibi anlaşılmaz ve bilim dışı, akıl dışı bir söyleme tekabül eder.
Oysa laiklik, yaşamın her alanında, bilim de, felsefe de, sanat da, eğitim de vs. kişinin ve kurumların özgürleşmesinin adıdır.
Laik olmayan toplumlar, çağdaş olamazlar. Böylesi toplumlar barışı, özgürlüğü, dayanışmayı, dostluğu, bir arada yaşayabilmenin koşullarını sağlayamazlar.
Laik olmayan toplumlar, aydınlık bir dünyaya ulaşamazlar. Aklın özgürleşemediği toplumlar, bilimsel ve teknik gelişmeyi varlaştıramazlar.
Laik olmayan toplumlar, kendi kararlarını özgürce alamazlar. Bu toplumlar, bilimsel ve akılsal değerlere önem vermediklerinden ve düşünen beyinleri barındıramadıklarından dolayı, böylesi toplumlar her zaman, gelişmiş çağdaş toplumlar karşısında geride kalırlar.
Laik bir toplum, herkesin, inancında özgür ve vicdanında rahat olduğu, dinsel olanla dünyasal olanı birbirinden ayrıldığı, herkesin birbirine saygı ve sevgi beslediği, kimsenin kimseyi ötekileştirmediği, inancını veya inançsızlığını özgürce yaşadığı vs bir toplum olmalıdır. Ancak bu koşullarda özgür ve barış içinde yaşamak olasıdır ve laikliği ilke edinmiş olan insanların büyük isteğimiz de budur. Çünkü bu koşulları ancak laik bir toplum sağlayabilir.
Gerçek anlamda Laiklik, bir toplumun ekonomik anlamda kalkındığı, sanayileşmenin gerçekleştiği, bilimsel-teknik ilerlemenin sağlandığı toplumlarda gerçek anlamda gerçekleşebilir.
Dolayısıyla laiklik, yoksulluğun ortadan kalktığı, gelir dağılımının hakça dağıtıldığı, işsizliğin yok olduğu, üretimin sürekli bulunduğu ve kalkınmanın belirli bir seviyeye yükseldiği ve "insana değer verildiği" toplumları var etmenin temel koşullarını da hazırlar. Bu koşulları yaratamayan toplumlar gerçek anlamda laik bir toplum olamazlar. Bundan dolayı gerçek anlamda laik bir toplum yaratmak istiyorsak; bunun yolu toplumu fabrikalaştırmak ve bütüncül bir kalkınma modeli oluşturmak gerekir. Geri toplumlar laik olamazlar. Çünkü laiklik özgürleşmenin diğer adıdır. Dinin egemen olduğu, inancın toplumsal yaşamı belirlediği toplumlar asla gelişemezler ve bu koşullarda insanlar, gerçek özgürlüklerine ulaşamazlar.
Örneğin, çalışmayan bir insan özgür olabilir mi?
Üretmeyen bir toplum kalkınabilir mi? Dolayısıyla, özgür ve bağımsız olabilir mi?
Kendi inancını merkeze alan ve kendi inancı dışında ki "inançları" yok sayan bir anlayışta, kişiler özgürleşebilir mi?
Sorgulamayan, düşünceye düşünce katmayan, kurgulamayan vs bir insan, bireysel özgürlüğünü sağlayabilir mi?
HAYIR!!!
O zaman üreten, gelişen, değerlere değer katan, sorgulayan, olanla yetinmeyen, özgür bireylere sahip olan vs. bir toplum ancak laik bir toplumdur.
Yukarıdaki açıklamalar göstermektedir ki; laiklik olmadan demokrasi, demokrasi olmadan da laiklik olamaz. İkisi birbirine sıkı sıkıya bağlıdır. Var olan bir yönetimin niteliğini veya özünü belirleyen de bu iki değerin varlığıdır.
Gerek demokrasi ve gerekse laiklik tarihin belirli aşamasında meydana gelmiş ve belirli süreçlerde varlığını göstermiş iki toplumsal değerdir. Özellikle laiklik, burjuvaziyle birlikte ortaya çıkmış ve ulus devletlerin yönetim erkine girmiştir.
Çağdaş Cumhuriyetlere bakıldığında laiklik ve demokrasi olmazsa olmazdır. Her iki değerin kurumsallaşması ancak bir toplumun bütüncül anlamda kalkınmasıyla söz konusu olabilir. Yani, ekonomik, kültürel ve sosyal kalkın-manın gerçekleşmesi ve çağdaş üretim araçlarının, çağdaş üretim değerlerinin ve çağdaş tüketim ölçülerinin yerleşmesi gerekmektedir. Eğer bir ülkede üretim-tüketim dengesizliği varsa; üretimin pay edilmesinde büyük uçurumlar bulunuyorsa o ülkede gerçek anlamda ne laikliği ve ne de demokrasiyi gerçek almamda yaşatamazsınız? Bu iki değeri bütünsel bir yapı olarak görmek gerekir.
Doğmalara sahip olan, biat kültürünü içselleştirmiş olan, dinsel referansları yaşamda belirleyici olarak gören, dini çıkarları için kullanan, inancı gerektiğinde insanları uyutmanın aracı olarak yaşamın pratiğinde uygulayan, insanın özgürleşmesini istemeyen, sorgulamaktan ve araştır-maktan korkan, kadınların özgür birer birey olmasını istemeyen güçler vs. “laiklikten” de demokrasiden de korkarlar. Çünkü laiklik aynı zamanda bireyin kendisi olması ve özgürlüğüdür.
Laik bir ülkede "diyanet" gibi kurumlar olmaz. Din toplumları ancak "fetvalarla (dinsel değerlerle) yönetilirler ve orada zaten bireyin özgürlüğü söz konusu değildir.
Laik toplumlarda din adamları, toplumun yönetilmesi için öneriler ileri sürmez. Fetvalar yayınlayamaz.
Laik toplumlarda "din adamları" yaşama alanlarına müdahale edemez. Kimin kiminle evleneceğine karar veremez.
Laik toplumlarda, din dersleri zorunlu olamaz. Çünkü inanç kişisel yaşanır. Çünkü inanç, bir insanın iç dünyasında yapmış olduğu tinsel yolculuktur. O alana kimse karışamaz.
Laik toplumlarda hiç bir "mezhep veya inanç" kendisi merkeze alamaz ve kendi dışındaki inançları dışlayamaz...
Laik toplumlarda, dünyasal ve dirimsel değerler, "dinsel değerlere" indirgenemez...
Diyanet işleri başkanlığının özellikle son günlerde yayınladığı ve ortaya koyduğu düşünceler ve görüşler, laik bir topluma uygun düşmemektedir.
21. yüz yılda, "dinsel değerlerin" toplumsal yaşamda geçerli kılınmaya çalışılması, ülkemizi ve toplumumuzu orta çağın karanlığına taşımaktan başka bir işlevi olamaz.
Diyanet, bir an önce kendi görev alanına dönmelidir!!!.