EĞİTİM Mİ GERİLETİM Mİ?

Eğitim; bir kimsenin yönlendirilmesi, bir etkinlik alanında yetiştirilmesi, kişinin kendisinde var olan gizil gücün (potansiyelin) açığa çıkarılması, bir yetkiyi kapsamlı ve bilinçli bir şekilde kullanmasına yardımcı olunması ve kişinin, grubun ya da toplumun edindiği etik, ekin, bilim ve teknik bilgiler bütünüdür.

Eğitim, ayakta kalmak ve çevreye uyum sağlamakla ilintilidir, temeli de budur.

            Ancak, insan toplumsal bir varlıktır ve bu anlamda, eğitim de toplumsaldır.

            Toplumsal yapı içinde, koşulların, olanakların el verdiği ölçüde, her insan, yaşamını sürdürebilmesi için “yaşam mücadelesi” vermektedir. Her insan toplumda geçerli olan çalışma alanlarından birisine girip, orada kendi yaşamını sürdürebilecek bir geliri elde etmesi gerekmektedir. Çalışma alanları kısıtlı, ekonomik kaynaklar yetersiz olunca, yaşamanın koşulları da zorlaşmaktadır. Temelde, eğitim bu koşulları kolaylaştıran bir işlevi sağlar. Çünkü her çalışma alanı, farklı yetenekleri, farklı fiziksel güçleri ve algıları içermektedir. Daha verimli, daha kariyerli ve daha üst getirisi olan işlerde çalışmak, her insanın istediği şeydir. Ama bu olanaklı değildir. Çünkü her iş, belirli sayıda insanlar için ayrılmıştır.

            Dolayısıyla, her insan yaşamı boyunca eğitim görmektedir.

            Eğitim, insanı yaşama alıştıran bir olgudur.

            Eğitim, insanın kültürel kimliğini oluşturmasında çok temel bir değerdir.

            Eğitim, insanın yönünü bulmasına yardımcı olurdu.

            Eğitim, bilgiyi edinmedir.

            Bilgi, güçtür, enerjidir.

            Bilgi, insanın kendisini bulmasıdır

 

        

        Eğitimde asıl olan, kişide bulunan gizli gücün açığa çıkarılmasına yönelik bir etkinlik, bir eylem olmasıdır.  Bu anlayışa göre eğitim; kişideki yeteneği açığa çıkarmaktır. Kişinin yetisi, algısı, becerisi ve eğilimi neye yönelikse; kişiyi o yöne doğru yönlendirmek gerekmektedir.

          Peki, ülkemizde ki eğitim sisteminde veya müfredatında bu var mıdır? Bu sorunun yanıtı “kocaman bir hayır”.  Bir kişinin algılayamadığı bir konuyu, bir alanı zorla algılayacaksın demek kadar yanlış bir şey olabilir mi? Müzik yeteneği olmayan bir insana, illa müzik yapacaksın ya da matematik yeteneği olmayan birisinden “mutlaka Pisagor Teoremi”ni çözmen gerekiyor, yoksa sınıf geçemezsin demek doğru bir eğitim tarzımıdır. Bunu eğitimcilerimizin tartışması gerekmektedir.

           Eğitimde çok önemli olan diğer bir yan ise; eğitimin “Üretim için olmasıdır”.  Kişinin edindiği bilgiyi, beceriyi pratiğe dökemiyorsa, topluma, insanlığa bir değer yaratamıyorsa o bilgi kof, boş, hayali, yararsız ve gereksiz bir eğitim olur. Eğitimin amacı edinilen bilgilerin, görgülerin topluma yararlı bir şekilde dönmesi olmalıdır.  Eğer bu yapılmıyorsa kişinin ne kendisine ne de topluma ya da dünyaya bir yararı olamaz. Mistik, Okültist  (Gizlicilik; büyü, fal, kehanet… bg.) eğilimlerin gittikçe artış gösterdiği bir eğitim anlayışında, ülkemize ve insanlığa yararlı insan yetiştirmemiz konusunda müthiş endişe duymaktayım.

             Öyle bir eğitim sistemi düşünün ki, o eğitim sisteminde “Felsefe yasak, buna karşın dinsel eğitim mecburi” yapılıyorsa bu eğitim sisteminde, bilimsel ve tüm dünyayı sahiplenecek bir anlayışı varlaştırmak olasımıdır?!

             Çağdaş eğitim, kişinin geleceğini kendisinin belirlediği, yetenekleri doğrultusunda eğitildiği, bağımsız ve özgür kafalara sahip insanlar yetiştirmeyi hedefine kor. Bu eğitim yapısında, çağdaş değerler, bilimsel görüşler, son teknik bilgiler ve paylaşımcı, dönüştürücü, ileriye ve geleceğe taşıyıcı öğelerin bulunması zorunludur.

            Sorgulayan, araştıran, özgür, bilimsel ve eleştirel bir eğitim anlayışı en temel olandır. Tutucu, gerici, hurafeci, genelci, dinci... vs. gibi konuları eğitim anlayışı olarak sunan bir ülkenin gençlerinin hepsinin üniversiteyi kazanıp okuması bile okuyana ve topluma ne kazandırır ki. Hedef yalnızca diploma almaya hedeflenen, niteliği ve akademik kariyeri tartışılmayan bir Üniversite Eğitimi tam da bizim gibi, toplumu geriye götürmeye çalışan bir toplum modeline denk düşmektedir.

             Çocukları yaşamları boyunca kullanmayacakları gereksiz bilgilerle doldurmak, dinsel ve metafizik doğmalarla avutmak, onları güdümlü, bağımlı, sevgisiz, katı ve bencil birer birey olmalarına hizmet eden bir eğitim anlayışını sorgulamayıp, öğrencinin sadece Üniversiteye girip- giremeyeceğini sorgulamak doğru bir anlayış olmasa gerek.

            Çocuklardan “Evet mi? Hayır mı? Yanıtını isteyerek yapılan ve yalnızca test etmeye dayanan bir eğitimle çocuklarımıza sorgulamayı, yorum katmayı nasıl sağlayabileceğiz. Böyle bir eğitim yapısında yetişen insanların yaşamı sorgulamaları zorda, olaylara geniş bir açıdan bakabilmeleri ve olay ve olgulara yorum katmaları beklenebilir mi? Nerde kaldı üretim? Nerde kaldı yaratıcılık? Her şeyi hazır olarak gören ve sadece evet mi hayır mı? Yanıtının istendiği ve onun dışında başka seçeneklerin bulunmadığı gibi tekçi ve bağlayıcı bir eğitim anlayışıyla gençlerimize gelecek açısından bir şey sunamayız.

              Günümüzde Üniversite eğitimimin bile dinselleştirildiği, “Evrim Teorisi”ni derslerinde okutmayan, buna karşın durağan bir evren modeli olan “Yaratıcılık Teori”sinin tartışılmadan kabul edilmesi gerektiğini söyleyen biyoloji öğretmenlerinin çoğunlukta bulunduğu bir eğitim anlayışında bilimsel ve tartışan kafaları nasıl var edeceğiz. Sorun burada. Yani sorun nitelik, nicelikte. Bu dünyayı doğru yaşamayan, dünyayı öteleyen, Ahret’i önceleyen bir eğitim anlayışının hızla geçerli kılındığı bir eğitim uygulamasına doğru gidilmektedir. Gelecek karartılmak istenmektedir. Dünya yaşamı adeta küçümsenmekte, dünyasal olana suç gözüyle bakılmakta ve çocukların kafası hurafeyle, söylencelerle v.s. doldurulmaktadır.

             Şu bir gerçek ki, hiçbir çağdaş eğitim ya da çağdaş bir insan, insanların dinsel inanç ve ibadetlerini yok saymaz. Çünkü inanç ve ibadet gizli olması gereken davranışlarıdır. İnanç bir gönül işidir. Bunu gösteri halinde sunmanın kime ne yayarı olabilir. İnsanın kendi iç dünyasını rahatlatması olayıdır inanç. Böyle olunca “ kim neye inanırsa inansın” buna karışılmamalıdır. Ama ülkemizde bu böyle mi olmaktadır. Zorla bir inanç başkalarına öğretilmeye, uygulatılmaya çalışılmaktadır.

              Bu sorunları tartışmak, ülkemize çağdaş, laik, bilimsel ve teknik insanların yetiştirilmesi için; düşünen, yaratan ve üreten beyinlerin çoğaldığı; aydınlık beyinlerin varlaştığı bir yapının oluşması gerekmektedir. Toplumda paylaşımın ve sevginin öne çıkarıldığı, demokratik ve özgürlük anlayışının geçerli kılındığı, tok ve sağlıklı bir dünyayı yaratacak olan bir toplum yapısı amaç olmalıdır. Bunun içinde eğitimin bu hedefleri gerçekleştirecek bir yapıda olması gerekmektedir. Böylesi bir dünyada yaşamak tüm insanlığın biricik hedefi olmalıdır.

              Eğitim kişinin gizil yanının ortaya çıkaran işlevler bütünüdür. Bu işlev bir medenin işlenip verimli bir konuma getirilmesi gibi çok incelik ve emek isteyen bir iştir.

              Çocuklarımızda ki cevheri ortaya çıkarıp o cevheri doğru işlersek hem o çocukların kendilerine olan güvelerini arttırır, hem ülkemize ve hem de dünyaya yararlı olmalarını sağlamış oluruz. Demir cevherinin bulunduğu bir maden ocağında, altın çıkarmaya çalışmak boşuna çaba olur.

            Son dönemde AKP’nin ortaya koyduğu 4+4+4 formülü, eğitim değil, geriletimdir. Bu anlayış daha 10-11 yaşındaki çocukların istemlerine, kararlarına ipotek koymaktır. Çocukların (özellikle kız çocuklarının) eğitimini aile büyüklerine bırakmaktan başka bir işleve yaramayacaktır. İmam Hatip Okullarının Orta Bölümünü açabilmek adına, böyle bir yola başvurmak çılgınlıktır. İnancı politik amaçlı kullanmaktır bu tavır.

Yazık değil mi, bu çocukların geleceğine?!

Yazık değil mi, bu ülkenin geleceğine?!                 

            “Dindar gençlik ve din ağırlıklı bir toplum var edebilmek için atılan bu adım, ülkemizi çağdaş değerlerden uzaklaştırmaktan başka bir işe yaramayacaktır.

            Bu aynı zamanda Atatürk Devrimleri’nin özü olan Tevhidi Tedrisat (eğitimin birliği) devrimine karşı da bir harekettir. Yani bir “karşı devrimdir”.

            Temel eğitimin 12 yıla çıkarılmasına aklı başında hiç kimse karşı çıkmaz. Ama bu kesintisiz olmalıdır. Ara verilmeden bu eğitim gerçekleşmelidir. Eğitimin kalitesinin arttırılması beklenirken, daha da geriletici bir yapıya çekilmesi çok düşündürücü….

            Eğitim, üretim için olmalı ve ayrıca insanın “gizli yeteneklerini” açığa çıkaracak bir yapı taşımalıdır. Yoksa, soyut ve pratik yaşamda karşılığı olmayan bir eğitim yapısıyla her zaman çağın gerisinde kalmaya mahkûm oluruz.”