Hermes diyor ki; "gerçeği öğrenmek istiyorsan, kendini bileceksin". Bütün Batıni (ezoterik, gnosis) öğretilerin en temel anlayışı "kendini bil" ilkesine dayanır. Bu ilke, en az 15-20 bin yıl öncesinden ortaya konmuş ve inisiye yöntemiyle süreçle Osiriz, Hermes, Pitagor, Sokrates, Hace Bektaş Veli vs. gibi bilgelerin belleğiyle günümüze kadar gelmiştir.
Kişinin kendisini bilmesi, insan olmanın en belirgin aşamasıdır. Ünlü Filozof Sokrates de “Kendini Bil” diyerek, insanın insanlaşmasının en temel formülünü kendisi için en önemli değer olarak seçmiştir ve öğrencilerine bu ilkeyi öğretmeye çalışmıştır.
Yunanistan da bulunan ve "Apollon’a adanmış olan Delf Mabedinin girişinde" "Kendini bil" yazmaktadır. (Cihangir Gener; Ezoterik-Bâtıni Doktrinler Tarihi).
Kendini bilmek ne demektir?
Burada özne olan insan söz konusudur. İnsan, tek başına yaşayan bir varlık değildir. Toplumsal bir varlık olduğundan, topluluklar halinde yaşar. Bu nedenle de topluluğun birlikte yaşamasının koşulları, kuralları ve yasaları bulunmaktadır. Bunlar ortak değerlerdir. İnsanın kendisini bilmesi, öznel varlığıyla, dışsal varlığı arasında ki uyumluluğu göstermesi ve kendi dış dünyasının gerçeklerini, kendi gerçekliğiyle uyumlu bir konuma getirmesi demektir.
Kendini bilmek, insanın kendi içsel enerjisinin farkına varması, yeteneklerini ortaya çıkarması, potansiyel gücünü kullanacak konuma gelmesi demektir.
Hünkâr Hace Bektaş Veli demiş ki: "Sen seni bilirsen yüzün Hüda’dır, sen seni bilmezsen Hak sana cüdadır" . Yani, eğer insan kendisini tanırsa, özünü bilirse, kendi gerçekliğini çözümleyebilirse, aslında Hakk'ın da kendisinde olduğunu görecektir. Ama eğer kendi gerçekliğinin farkında değilse, biçimsel bir algıya sahipse, zaten her şey ondan uzaktır. O kendisini tek gerçek sayar" demektedir. Esasında parça ve bütün ilişkisini belirleyen bu söz, her şeyin birbirleriyle bağıntılı olduğunu da açıklamaktadır.
Bu anlamda "kendini bilmek", insanın içinde uyuyan gizil güçleri uyandırmak, bütünsel oluşumun farkına varmak ve total enerjisini fark etmektir. Bir bakıma insanın özünde ki, bedeninde ki ve tininde ki enerjileri açığa çıkaracak bilince ulaşması, pozitif ve negatif enerjileri doğru kullanabilmesi demektir.
Kendini bilmek, insanı her türlü zayıflığa ve mutsuzluğa iten tüm egoist davranışlardan ve düşünce yapılarından uzaklaşmak demektir.
Bilmek; anlamak, öğrenmek, kavramak, bellemek, aydınlanmak ve karanlığı yenmektir. Bilmek, olgunlaştırır ve olgunlaşan insan arif olur ve bilgelik kazanır. Bilen insana bilge denmesinin nedeni de budur. Düşünen, soran, sorgulayan, araştıran, aradığını bulan, bulduğunu uygulayan ve başkalarına ışık saçan insandır. Bilen insan, bereket sunar, zenginlik yaratır. Var ettiği zenginliği, ulaştığı bereketi başkalarıyla paylaşır.
Bilen insan da senlik-benlik yok olur. Nefis kalesi dağılır. Doğanın yasalarıyla, kendisini var kılan yasa arasında ki bağıntıyı kurur ve kendisini doğanın dışına atmaz.
Öz ve şekil arasında ki zorunlu bağıntıyı kurabilen insan, özünü de kavramış olan insandır. Kendisini bilmek bu gerçekliğe erişmekle söz konusudur. İnsanın doğanın bir parçası olduğu, toplumsal bir varlık olarak yaşadığı, toplumda insanları bir arada tutan ortak değerlerin bulunduğu, bu ortak değerlere uyum sağlamanın insanı insanileştirdiği, vs. gibi bilgiyi edinmiş insan, aydınlanmış, ışıklanmış insandır. Kendi varlığının oluşturan temel olguların, başka insanları da oluşturduğunu, kendisinin taşıdığı özlemi başka insanlarında taşıdığını, kendisine hak bildiği her değerin, diğer insanlar için de hak olduğunu vs. bilen ve bunu yaşamın pratiğine uygulayan insan “kendisini bilen” insandır.
İnsan ancak, yüksek değerler taşıyan toplumsal ve insansal değerlerle yücelebilir. Bu değerlere ulaşmak içinse, bilgiye gereksinim vardır. Eğitim, öğretim, gönül gözü ve sezgisel varışla insanlar birçok değerleri kendilerine katabilirler. O halde insanların hamlıktan kurtulmasının, insanileşmesinin yolu, “kendini bilmekten” geçer. Kendini bilmekse, olgunlaşmak, olgunlaşmaksa arif olmakla eş anlamlıdır.
Hace Bektaş Veli “Önce benliğini yok et” demiş. İşte bir insanın kendisini bilmesi, benliğini yenmesiyle başlar. Olayların ve olguların farkına varan, olaylar arasında bağıntı kurabilen ve kendisini “merkeze” koymayan, “her şeyin kendi çevresinde döndüğünü söylemeyen, asıl olan benim demeyen” insan, nefsini, benliğini yıkmış insandır. Bu anlayış aynı zamanda "yaşarken ölmek, veya Alevi literatüründe ki adıyla "ölmeden ölmek" demektir.
İnsanın kendisini bilmesi, bir eğitimi gerektirir. Her insan doğuştan hamdır. Yetişkin konumda da hamlık gösteren, insani duygulardan ve davranışlardan uzak o kadar çok insan vardır ki; bu tür insanlar yaşamı çekilmez kılmakta ve toplumda huzursuzluklar yaratmaktadırlar.
Oysa eğitilmeyecek hiçbir insan yoktur.
İnsan, yapısında hem negatif, hem pozitif enerjiler taşır. Eğitimin ve öğretimin amacı, insanda ki atıl konumdaki negatif enerjiyi (melekeyi, yeteneği) açığa çıkarmak; açığa çıkan enerjiyi doğru kullanarak pozitif enerjisini arttırmak ve bu yöntemle huzurlu yaşamasının yolunu, yöntemini göstermektir. Aynı zamanda açığa çıkan pozitif enerjinin tüm insanlığa, doğaya vs. yararlı kullanmasını sağlamaktır.
Bütün evren bir noktanın içinde saklıdır. Bizler o noktadan beden bulan birer varlığız. Milyonlarca bilginin tek bir cümlede saklı olması gibidir evren. Bir insanın bir tek hücrede saklı olması gibi…
Ham insan kendisini bilemediği gibi, varlığını borçlu olduğu doğayı da bilmez. Bilmek, bilgiyle olur. Ham insanın eğitilmesi ve edineceği aşamalı bilgilerle kendi gerçekliğinin farkına varması sağlanmalıdır. Bunun içinde bilginin makamlarından geçilmelidir.
Alevi öğretisine göre insanlar, sahip oldukları bilgi bakımından dört aşamaya (dört kapı) ayrılmışlardır. Her aşamanın da onar basamağı (kırk makam) bulunur. Bunlar Şeriat aşaması (var olan nesnel gerçekliktir. Tarikat aşaması (sorgulama, öğrenme için bir yöntem geliştirme, bir yol belirleme, yani bilginin kaynağına yönelmesidir). Marifet (bilgiye ulaşma, istediğini elde etme); hakikat (bilgiyi kullanma, kendi gerçekliğiyle doğasal gerçekliği bilme; elde edileni kendisine katma, kendisine kattığının aynı zamanda kendisi olduğunun bilincine ulaşmasıdır vs.)
Üsküdarlı Haşim şöyle demiş:
Men arefden oku dersi, mektebi irfana gel
Bilmeyen kendi vücudun, Hakk’ı bilmez kandedir. (E. Xemgin; Mazda İnancı ve Alevilik. s. 126).
Men Aref; “kendisini bilen” anlamındadır. Yani arif olmak, bilmek, olgunlaşmak vs demektir. Kendisini bilmeyen, bedenini tanımayan kişi, Hakkı’da bilmez, doğasal gerçekliği de algılayamaz. O halde, insanın kendisini tanımasını sağlamak gerekir. İşte Alevi Felsefesi, bu değerler üzerinden gelişmiştir. Bu anlamda da Gnostik bir öğretidir. Yani, evrenin, “tanrının” bilinebileceğini savlar.
İnsanın insanlaşabilmesi ancak insani değerleri edinmesiyle olasıdır. Bu da ham bilgiyle olmaz. Her insan doğuşta âdem konumundadır. Genetik bilgilerle davranır. Her insan yaşamda kalmak için uğraşır yani yaşam savaşı verir. Bu ilkeler her canlıda vardır ve doğuştan gelen bilgilerdir. Ama asıl olan insanın insanlaşması, toplumsallaşması ve kendi gerçekliğiyle, dış gerçekliği arasındaki bağı kurabilmesidir. Bu da “kültürle, bilgiyle, öğrenmeyle” olur. İşte dört kapı kırk makam, insanın insanlaşması için gereken bilgi aşamalarını ortaya koymakta ve bir insanın bilgisiyle, davranışlarıyla, duygusuyla vs. hangi aşamada olabileceğini ortaya koymaktadır. Her insan, her nesne esasında eksiktir. Çünkü doğanın en temel yasası “eksiklik yasasıdır”. Bundan dolayı devinim vardır. Çünkü her şey, (insan da) eksikliğini gidermek için kendisini tamamlayacak olana yönelir. Eksikliğe “nefis” denmektedir. Herkesin nefsi vardır. Nefis doymak, açlığını gidermek için çabalar. Ama bu çoğu kez oburluğa dönüşür ve kendisi dışında başka nefislerin de olabileceği gerçeğini görmesine engel olur. İşte, önemli olan nefis olgusundan insanı kurtarmak ve nefsin isteklerini azalmaktır. Bu da ancak sevgiyle, dayanışma duygusuyla, paylaşmayla vs. olabilir. Bunun için de bilinç gerekir. Bilinçte bilgiyle olur. Alevi Felsefesi, bu bilinci sağlayacak değerleri, bilgiyi insana vermek üzerine kurulmuştur. Bu bilinci sağlamak için de “Kendini bil, kendini bilen Tanrı’yı bilir” cümlesiyle formüle etmiştir.