Kurban ve kurban bayramı

 
Kurban sözcüğü, Arapça kökenli bir sözcüktür. Kurban, Arapça “Kurb” sözcüğünden türemiştir. Bu sözcük "yaklaşmak", “yakınlık, “yakın bulunmak, “yakın olmak”, “yakınlığı sağlamak” anlamına gelmektedir. (Esat Korkmaz, Ansiklopedik Alevilik-Bektaşilik Terimleri Sözlüğü; Ant Yay. 1994, s. 220). Bu alıntıdan da anlaşılacağı gibi, kurban, bir şeye yakınlaşmak, onu bedenine taşımak, başka bedenlere yakın bulunmak, yakınlık duyduğu kutsal bir varlıkla buluşmak ve onu özünde duyumsamak vs. gibi anlamlar içermektedir.
“Kurban; dini bir emri, bir adağı yerine getirmek için törenle kesilen hayvandır. “(Meydan Larousse Cilt 7 sayfa 1972). Bu bağlamda “kurban” inançsal anlamda, Tanrı’ya, “kutsal olana” yakınlaşmak amacıyla, inancın gereğince, belli günlerde hayvan kesilerek yapılan ibadete denir. Burada esas amaç Tanrı’ya yakın olmaktır. Esasında doğada her şey her şeyi yiyor. Doğa hem üretiyor ve hem de ürettiğiyle besleniyor. Doğanın da canı var… Canı olanın besin alması gerekiyor. Canı olan canını korumak ve yaşatmak istiyor. Bu durumda kendisini korumaya alanın, başka canlar sunması gereklilik olarak ortaya çıkıyor. Bir anlamda kurban “ben kendi canımın yerine, başka canlar sunuyorum” anlamına da gelmektedir. Böylece kurban sunan, kendi canını korumuş oluyor. En son tahlilde denebilir ki, kurban olgusu bu düşünce üzerine kurulmuştur.
Kurban, tarihsel süreç içinde farklı şekillerde uygulanmıştır. Tarihsel süreç içinde kimi zaman Tanrı’ya farklı yiyecekler sunulmuş ve kimi zaman da hayvanlar kesilmiştir. Semavi (Göksel) dinler de kurban, belirli zamanlarda belirli şartları taşıyan bir hayvanı, usulünce kesmekle yerine getirilir.
Kutsal kitaplardan, arkeolojik kazılardan ve antropolojik araştırmalardan öğrendiğimize göre; insanlık var olduğundan bu yana fizik ötesine, aşkın konumda bulunan yani var olanın dışında bulunan, metafizik bir varlığa ilgi duymuş ve bu ilgisini her zaman farklı uygulamalarla ortaya koymuştur.
Yapılan araştırmaların gösterdiğine göre “uygarlık öncesi” arkaik toplumların tapınaklarının birçoğunda sunaklara rastlanmıştır. Bu sunaklarda kurbanlar sunulurdu. Bu kurbanlar yüce bir varlığa ve doğaüstü güçlere sunulan kurbanlardı. Bu kurbanlar günümüzde uygulanan “kurban” ın ilk uygulamalarıydı.
Kutsal kitaplara göre ise ilk kurban, Âdem Peygamber’in çocukları arasında yaşanmıştır. Buna göre Kabil ve Habil iki kardeştir. Bunlar Âdem ve Havva peygamberin çocuklarıdır. Habil çoban, Kabil ise Çifçidir. Kabil Tanrı’ya buğday ve meyve adar; Habil ise bir “koyun” kurban eder. Tanrı, Habil’in sunduğu kurbanı kabul eder, Kabil’in sunduklarını ise kabul etmez. Kabil bu olaya çok kızar ve kardeşi Habil’i öldürür.
Kadim dönemi insanların, doğa olaylarına duydukları hayranlık ve yaşanılan olaylara ve olgulara akıl erdirememezlik insanlar üzerinde büyük etkiler yaratmıştır. Süreç içinde de doğanın yasalarını çözümleyememiş olan insanların da doğal güçleri kutsama güdülerinin geliştiği görülmüştür. Korku ve bilememek, insanları inanca ve kutsamaya yöneltmiştir. Bilmemek bir boşluk yaratır ve boşluğun bir başka şeyle doldurulması gerekir. Aslında bu olgu doğanın boşluk kabul etmemesindedir. Doğada ve toplumda bir şey eksilirken onun yerini bir başka şey dolurur. Olan da budur.
İnsanlar her zaman hem gökyüzünü ve hem de yeryüzündeki oluşumları sürekli izlemişlerdir. Doğadaki olayları ve doğal yasaların farkında olmayan ilk çağ insanları; doğal olayların kendilerine zarar verebileceği inancına kapılmışlardır. Oysa doğa, kendi akışı içinde davranmaktadır. Doğanın davranışına anlam katan insandır. Dolayısıyla doğanın görkemi, bilinemez olması, olaylarının farkında olamamak vs. insanları her zaman korkutmuş ve kimi zamanda hayran bırakmıştır. Öyleki gökyüzündeki yıldızlar, gezegenler, Ay, burçlar, yağmur, kar, rüzgâr, fırtına, yer sarsıntısı, sel, döngüsel olaylar vs. insanları etkileyen en önemli doğa olayları olmuştur. Bu doğal olayların farklı zamanlarda farklı etkinlikte olması da insanları daha da çok korkutur olmuştur. Zamanla insanlar, “acaba bu olumsuzlukların kaynağı bizim yanlış davranışlarımız mıdır? gibi görüş ve düşünceler doğurmuştur.
Bu bağlamda özet olarak, doğada kendi iradesinin dışında ve kendi gücünün çok çok üstünde olayların olması, insanları korkutmuş ve bu korku, zamanla insanın farklı güçleri kutsallaştırmasına yol açmıştır. İnsanlar, kendilerinden güçlü varlıkların bulunduğunu düşünmüşler ve “o varlıkların” kendilerine zarar vermemesi için onları kızdırmamak gerektiğine inanmışlardır.
İlk insanlar daha çok gökyüzünü gözlemlemişlerdir. Bu insanlar yeryüzünde olup- biten tüm olayları gökyüzünün bilinmeyen bir yerlerinde bulunan üstün güçlerin yönettiğine inanmışlardır. Bunun da çok güçlü nedensellikleri bulunmaktadır. Çünkü, güneş, ay, yıldızlar, şimşek, yıldırım, yağmur, kar, rüzgâr, bulut, vs. gibi tüm olaylar gökyüzünde oluşmaktadır.
Fırtına, sel, deprem, toprak kayması, toprağın verimszi olması veya bazen çok fazla ürün vermesi… vs. bunların hepsinin de gökyüzündeki güçlerin isteğiyle oluştuğunu düşünmüşlerdir.
Örneğin güneş tutulması, insanlar için korkutucu olmuştur. İnsanlar bunu “güneşin kendilerine kızdığı için ışınlarını göndermediğine” inanmışlardır. Bundan dolayı da güneşi kızdırmamak gerektiği sonucuna varmışlardır. Aynı zaman da güneşin kendilerinden “bir şeyler” istediği için ışınlarını dünyaya göndermiyor sanısına da kapılan insanlar ona “bir şeyler” sunmak gereksindiğini düşünmüşlerdir. Bu düşünce zamanla seyleme dönüşmüş ve eyleme dönüşen bu sunağa “kurban” denmiştir.
İnsanlar, kendilerini cezalandırdıklarına inandıkları bu gök varlıklarına ve bilemedikleri doğal olaylara zamanla kutsallık vererek onlara tanrısallık da yüklemişlerdir. Bu tür zararlı ve yıkıcı olayların bir daha olmaması ve bu olayların kendilerine zarar vermemesi için yalvarı (dua) ve ibadet kültürünü geliştirmişlerdir. Söz konusu bu ibadetlerin en başında ise “kurban” gelmiştir.
Kurbanda ve ibadetlerde asıl amaç, “yıkıcı, korkutucu ve olumsuz olan doğa olaylarını kendileri için olumluya çevirmektir.” Bu bağlamda, bu olayları var ettiklerine inandıkları soyut varlıkları etkilemek esas olandır.
Kurban; Tanrı’ya veya bir doğaüstü güce sunulan canlı ya da cansız hediyelerdir. Canın adanması, başka canların yaşaması için, bir canın ilahi güçlere armağanıdır.
Kurban edilen özellikle bir candır. Eski çağlarda, pagan döneminde, “insan” da kurban edilmiştir. İsminden de belli olacağı gibi çok tanrılı dönemlerde sayısız tanrılar vardı ve bunlara insanlar da kurban ediliyorlardı.
Kurban neden “can” olarak seçilmiştir?
Çünkü ilk insanlar doğayı toptan canlı olarak görmüşlerdir. Her şeyde canlılık vardı. O halde bir canın yerine bir başka “can”ın Tanrı’ya sunulması o “Can’ı sunanı kurtarıyordu. Esasında Tanrı, doğanın canıdır ve doğaya devinim veren en temel, en öz güçtür. Bu “öz” her şey de bulunur. O halde doğanın canının da beslenmesi gerekir. Doğa beslerken, aynı zaman da beslenmesi de gerekir. Kurban, doğaya sunulan besindir. Çünkü doğa insanı da “yiyerek (ölüm)” beslenmektedir. Belirli bir bilince ulaşan insankızı ve insanoğlu, tarihin belli bir sürecinde, kendi yaşamlarını daha da sürdürebilmek düşüncesiyle kendi yerlerine kendilerinin de beslendiği “besin maddelerini” doğaya sunmuşlardır. Buna da kurban demiştir. “Kurban” sunmaktır.
Kurban aynı zaman da “kötülüğü” iyiliğe çevirmek düşüncesiyle, kötücül ruhları etkilemek ve insana zarar vermesini önlemek inancıyla da ortaya çıkmıştır. Çünkü dünyada ve dolayısıyla toplumda kötülükler yaşanmaktadır. İnanca göre de kötülüğü yapan görünmez güçler vardır. O halde o güçlerin insanlara kötülük yapmaması için onlara kurban vermenin gerekli olduğunu düşünen ve buna inanan insanlar ortaya çıkmıştır. Bu nedenle hem geçmişte ve hem de günümüzde, kötü bir olayla karşılaşan insanlar “kurban” sunmuşlardır. Bu da insanın kendisini koruma güdüsünden ortaya çıkmıştır.
Kötülüklere karşı paleolitik (Tarih öncesi çağlar, yontma taş devri) devir sonrası tanrılara; hayvan, insan, farklı yiyecekler kurban olarak sunulmuştur. Görüldüğü gibi bu kurbanların içinde hem kanlı ve hem de kansız kurbanlar vardır.
Eski çağlarda kanlı kurbanlar hayvanlar ve insandan oluşurken; kansız kurbanlar daha çok bitkisel kaynaklı kurbanlardan oluşmaktaydı.
Kansız kurbanlar daha çok ot, yaprak, ceviz, üzüm, zeytin, kömbe, tahıl ürünler; süt, yağ, bal v.s. oluşturmaktaydı. Bu kurban türü uzun süre devam etmiştir.
Kanlı kurbanlar ise daha çok; sığır, koyun, keçi, tavuk; kimi yerlerde at ve kaz ve kurban edilmişlerdir.
Kurban’da kan akıtılması temel olandır. Bunun nedeni “kan”ın simgesel anlamıdır. Kan, can veren, enerjiyi tüm bedene dağıtarak canlılığı sağlayan çok temel bir güçtür. Örneğin “o benim kanlım” diyen birisi; “o benim canımı almak istiyor” demektedir. Demek ki “kan” “can” demektir. Mitolojik düşüncede de kan, hayat taşıyan, yaşam veren güçtür. Kan aynı zamanda “Yaşam İksirinin” (hayatı ölümsüz kılan sıvı) de sembolüdür.
Bu düşünce süreç içinde insanın gelişmesiyle birlikte şu sonuca götürmüştür: O halde kurban için insanın kanını dökmeye gerek yoktur. Çünkü kendi dışında var olan ve kendisi gibi kan taşıyan birçok hayvan bulunmaktadır. O hayvanlar kendisini de beslemektedir. O halde kendisini de besleyen bir hayvanın “canını” kendi canı yerine Tanrı’ya (doğanın canına) sunmak da aynı anlama gelebilir. İşte Hz. İbrahim’in “Kurban Söylencesi” nin özünde de bu vardır. Hz. İbrahim, kurban söylencesiyle, insanı özgürleştirmiştir.
İnsanlar yaşamlarında en çok karşılaştıkları ve yaşam için olmazsa olmaz olan dört temel maddeyi en eski çağlardan beri fark etmişlerdir. Bunlar, toprak, hava, su ve ateştir. Hatta ilk filozoflar, varlığın bu dört maddeden oluştuğunu savunmuşlardır. Toprak her şeyin anasıydı. Su onu besleyendi. Isı ve ışık olmazsa yaşamın oluşması olanaksızdı. Hava olmadan hiçbir canlı yaşayamazdı. O halde bu dört temel madde insanlar için vazgeçilmezdir. Bu dört öğeyi insanlar zamanla kutsallaştırmışlar ve onlara tanrısallık da yüklemişlerdir. Hava Tanrı’sı, Su Tanrı’sı, Toprak Tanrı’sı, Ateş Tanrı’sı vs. Ayrıca Bereket Tanrı’sı, Aşk Tanrı’sı, Savaş Tanrı’sı…vs. burada görüldüğü gibi insanlar etkilendikleri, korktukları, çözemedikleri her şeye “kutsallık” vermişler ve onları tanrılaştırmışlardır.
İnsanlar, doğaya karşı vermiş oldukları mücadelede çok zor koşullarda kaldıkları dönemlerde, bu zorlukları çıkaranların bilinmeyen güçler oldukları yönünde bir inanç geliştirmişlerdir. Böyle olunca da bu bilinmeyen “kutsanmış” soyut varlıkları mutlu etmek, onları kızdırmamak ve onlara ödüller, bağışlar yaparak hiddetlerini yok etmek görüşü de insanların bilinçlerine yerleşmiştir.
Genel olarak Semavi dinlerde (özelikle İslam ve Yahudilik ’de) kurban, hayvan kesmekle yerine getirilmektedir.
Hemen tüm dinlerde kurban, temel olarak, kutsal güçle ilişki kurmak ve insanın kutsal düzene uyumlu olmasını sağlamak amacını güder. Kurban, insanın kendi dünyasal varlığını koruması ve “canlılığı” kutsaması sonucu, Tanrı’ya yönelik yaptığı törenin sonucu olarak ortaya çıkmıştır.
Kurban; Mezopotamya, Anadolu, Mısır, İran ve İbrani (İbrahim Dinleri) toplumlarında da görülmüştür. Geçmiş zamanlarda kurban, yalnızca Tanrı’ya ve “kutsallara değil, aynı zamanda tanrı gibi karşılanan krallara da uygulanmıştır.
Kurban, yalnızca belirli bir bölgede değil, dünyanın her yanında egemen olmuş bir tapınma biçimidir. Tarih öncesi insanların en çok başvurdukları bir ritüeldir. Özünde tarım ve bereket tapınımları vardır. Hasatın sürekli olması, verimin düşmemesi, ürünün bereket ve zenginlik sunması için, insanların, bunları yönettiğine inandıkları güçlere dönük yaptıkları ve esası “kan kültüne” dayanan bir uygulama olmuştur. İnsanlar, mevsimsel döngünün sürekli var olması ve onların kızıp gitmemesi için, “insan, eşya, bitki vs.” gibi varlıkları tanrılara adamışlardır.
Bu durum insanlığın çok eski dönemlerinde hemen hemen tüm yerleşim alanlarında uygulanmıştır. Özellikle Keltler (Avrupa), Soğdlar (Orta Asya, İran), İskitler (Orta Asya), Aztek, Maya, İnka, Hint, İskandinav, v.s. toplularında da “kurban” tapımı uygulanmış ve “insanlarda kurban edilmiştir. Eski Asya topluluklarında “At”lar da kurban edilmiştir. En değerli eşyalar ve hayvanlar kurban olarak seçilmiştir. Bu da kurban adadıkları tanrıyı kızdırmamak amacıyla yapılıyordu.
Kurban, bir adanmışlıktır. Yaşamın sürmesi, büyük topluluklara zarar gelmemesi ve var olan yapının devam etmesi için “birilerinin” kendi yaşamını feda etmesi ve kanının akıtılmasına izin vermesidir.
Mitolojik öykülerde de “insan kurban” etmenin yansımaları görülür. Yunan mitolojisinde yeryüzünün ana tanrıçası Gaia’nın ve Hindu Tanrıçası Kali’nin çocuklarını yemesi, Zeus’un Dionyus’un yüreğini yemesi vs. insanın kurban edilmesini yansıtan öykülerdir.
Burada da şu sonuç çıkarılabilir; Kurban egemen olana duyulan korkunun bir sonucu olarak işlevsellik kazanmıştır. Egemen olan her şey yapmaya yetkilidir. Ona dokunulamaz. O halde egemeni kızdırmamak, onun gazabından kurtulmak için ona ve onu temsil eden güçlere bir şeyler sunup gönlünü almak gerektiği gibi bir düşünsel yapı doğmuştur. Günümüzde bile bu görüş geçerliliğini sürdürmektedir. Bugünde “egemen” olana itaat eden, biat kültürüyle Şeyhi’nin, Şıh’hının, Ağası’nın… bir dediğini iki etmeyen milyonlarca insanlar vardır.
Kurban, doğaüstü bir güce sunulur. Kurban aynı zamanda, kurbanı sunan ile doğaüstü varlık arasında yakınlık kurmaya dönük bir imgesel anlam içerir. Kurban sunan kişi kendisini psikolojik olarak rahatlatır.
İnsanlar ve insan toplulukları hem sevinçlerinde ve hem de acılarında yüce varlığa, var edici güce ve kutsanan varlığa “kurbanlar” sunmuşlardır. Bu aslında insanın gelişen her olay ve olguyu Tanrı’nın veya Kutsal Varlığın” sonsuz gücüne bağlamalarından dolayıdır.
Kurban özünde Tanrı’ya yaklaşmak için yapılan ibadet biçimidir.
Kurban olayında her zaman neden- sonuç ilişkisi aranmıştır. Baharda eğer yağmur yağmıyorsa, toprak verimli olamaz. Oysa bahar ayları yağmurun en çok yeryüzüne düştüğü aydır. Eğer bu aylarda uzun süre yağmur yağmazsa insanlar bunu Tanrı’nın bir cezası olarak değerlendirmişlerdir. Bunun üzerine de Tanrı’ya bir can bağışlayarak yağmur yağdırıp toprağa can verilmesini dilemişlerdir. Burada önemli olan şey bir cana karşılık bir başka canın verilmesini istemektir. Bugünde buna benzer uygulamaları görebilmekteyiz.
Kişi, kurban sunarak Tanrı’ya yakınlaşır ve böylece hem kendi canını hem kendi gurubunu ve hem de toplumunu kurtarmayı amaç edinir.
Kurban, pagan inançların egemen olduğu ilk topluluklarda “Pagan Kan Hukuku”ndan beslenmiştir.
Pagan Kan Hukuku’nda insanın, topluluğun ya da toplumun kurtuluşu Kurban’ın özünü oluşturur. Bu konuda Erol Sever şunları söylüyor: “Nasıl ki “maden” den cevherler, parça durumundaki maden tozlarının, eritilip, ısıtılıp kullanılacak eşya konumuna getirilmesi ve burada parçalanmış olan madenin yeniden bütünleştirilip, biçimlendirmişse ve böylece madene yaşam verilmişse; kurbanda da böyle bir işlevsellik vardır. Tıpkı parçalanmış bir madeni tencerenin eritilip, biçim verildikten sonra, yeni ve iş gören bir madeni tencere olması gibi. (Erol Sever; İslam’ın Kaynakları ll. Muhammed; Pencere Yay. 1997, s. 18-19). Bu anlamda kurban, dağılmayı, parçalanmayı veya yok olmayı vs. önlemeye dönük bir inancın ortaya çıkardığı bir “yeniden doğma” düşüncesine dayanır. Böylesi bir mitolojik söylemde “Embriyonun ve ölümün mekânı olan anne rahmi, aynı zamanda yeniden doğuşun da mekânıdır. “Spermin ve yumurtanın kendi varlıklarını yok ederek bir başka şeye dönüşmesi, yeni bir varlık oluşturması aynı zamanda ölüm ve doğumun iç içeliğini de ortaya koymaktadır. Burada “kurban” her ölenin, yeni bir şey yarattığı anlamında gelir.” (Sever, age; s. 18-19)
Pagan Kan Hukuku, birçok yerde uygulanmıştır. “Burada söz konusu olan, toplumun ileri gelenlerinden birisi “örneğin kral” kendi toplumunu kötülüklerden ve gelecek olan doğasal zararlardan kurtarmak için kendi canını “kanını” verirdi. Yani, temsil ettiği topluluk için kendisini adardı.” (Sever, age). Burada da bir toplumu, bir insanı vs. kurtarmak için, bir canın verilmesi düşüncesinin, kurbanın ana düşüncesi olduğunu göstermektedir.
Tarihte çok eski zamanlarda, birisi hastalandığında o hasta iyi olsun diye “kurban” kesilirdi. Bu olgu bugün de birçok yerde uygulanmaktadır. Günümüzde, birisi bir kaza geçirdiğinde, hastalıktan kurtulduğunda, ev, araba veya önemli bir eşya aldığında, evlilik ve sünnet törenlerinde vs. kurban kesilir. Bu aslında şu demektir: Tanrı’ya “ben sana bir “can” sunuyorum” sen de beni iyi et.
Kurban, insanın iç dünyasıyla, dış dünyası arasında uyum sağlamaya ve insanın gönlünü rahatlatmaya dönük bir inançtır. İnsanlar başta kendilerine ve çocuklarına, aile bireylerine ve gerekse mensup oldukları aidiyetlere zarar gelmemesi için kurban keserler. Bunda da kurbanın koruyucu bir işlev gördüğüne dönük bir inanç bulunur.
Dünyayı ve yaşamı karmaşık ve zora sokacak her türlü eylemlerin önüne geçmek kurbanda asıl amaçtır.
Doğanın periyodik dönüşümünü her zaman sürdürmesi, var etme gücünü koruyup zenginlik ve bereket sunması ve üretici yönünü yitirmemesi vs. düşüncesi ilkçağ insanının en temel algısıydı. Burada amaç, doğanın dönüşümünü sağlayan bu görünmez gücün gönlünü almaktır.
İnsanlar içi doğanın gizemli yanları çoktur. Aynı zamanda doğada gizil güçler olduğuna dönük inanç da vardır. Yine dünyada birçok “gizli güçlere sahip insanlar” olduğuna dönük görüşler ve inançlar da bulunmaktadır. Bunlar “ermiş insanlardır”. Dolayısıyla doğada “yok edici güçler” olduğu gibi, ermişlerde de insanları etkileyici ve yok edici güçler olduğuna dönük inançlar bulunmaktadır. Onun için bu tür gizemsel güçleri olduğuna inanılan “erenlere, mürşitlere, yatırlara vs.” da “kurban” verilir. Burada amaç, onların insanlara zarar vermemesine dönüktür. Dolayısıyla bu tür mekânlar ziyaret edilir ve kurbanlar kesilir, kan akıtılır, etler yenilir ve böylece cana can katılır.
Dağlara, ırmaklara, göllere, vs. de kurbanlar kesilir. Özellikle “dağ kültü” çok önemlidir. Dağ, gökle yerin birleştiği yüksekliktir. Eski çağ insanlar tanrıların dağlarda yaşadığına inanırlardı.
Bu eylem aslında insanın elde etmiş olduğu maddi ve manevi değerlere doğaüstü güçler tarafından zarar gelmesini önlemeğe dönüktür. İşte kurban bunun için sözü edilen doğaüstü güçlere sunulan bedeldir. Bir başka anlatımla, kurban, insanın kendisini kötülüklerden, zararlardan kurtarmak için Tanrı’ya sunduğu nesnedir.
“Köleci toplumlarda köle sahibi öldüğünde, bir kölesi de ona “kurban edilirmiş”.
Aztek’lerde ve İnka’larda, toplu “kurbanlar” kesilirmiş. Bu toplumlarda Krallar tahta çıktığında ya da Güneş tapınmalarında yine toplu olarak “kurbanlar” kesilirmiş.
Mısır’da ve Ortadoğu’da, Kral ailesinden birisi öldüğünde, hizmetçilerden birisi de onunla birlikte gömülürmüş.” (Ana Britannica, Cilt 14 “Kurban” maddesi.)
Günümüzde bile bazı gerici ve yobazlar, “çocuklarını “kurban” amacıyla kesmektedirler.” Bunları az da olsa gazetelerde ve televizyonlarda okumakta ya da izlemekteyiz. Bu tür inançları çok tanrılı inançların günümüze yansımaları olarak değerlendirebiliriz.
Her insanın yaşama hakkı en temel haktır. Kutsal adına da olsa, böyle bir yola başvurmak ancak sakat kafaların yapabileceği bir iştir.
O halde Kutsal Nedir? Özünde ulaşılamaz, bilinmeyen, düşünce boyutuyla nesnel olarak kavranamayan “gizil nesnellik” konumundaki nesnelliği çözümlenemeyen, doğanın işleyiş yasalarının bilincinde olamayan vs. insanların bu olaylar karşında duydukları korku dolayısıyla geliştirdikleri inanç veya ibadet biçimleridir. Kutsallıkta, üstünlük, saflık, güce tapma, kendisinde olmayana duyulan saygınlık vardır.
Saygı ise güçlü olanın güçlülüğünü kabul etme duygusudur.
“Türkler, Gök-Tengri inancına sahiplerdi. Ayrıca güneş, Ay, yer, su, ata ve ocak kültleri de vardı. Tüm bu değerlere “kutsallık” yüklemişlerdi. Her zaman bu kutsallara karşı ayinler, törenler düzenlerlerdi. Özellikle Gök-Tengri ’ye, yer-su, dağ vs. ruhlarına ve atalara kurban keserlerdi. Sabahları kalkıp güneşin doğuşunu izler ve güneşe dua ederlerdi. Güneşin yaşam için çok gerekli olduğunun biliyorlardı ve ona saygı gösteriyorlardı. Ayrıca hakana ve hakanın soyuna da kurbanlar keserlerdi.
Kurbanlar, genellikle kutsal alanlarda kesilirdi. Dergâhlarda, mabetlerde, önderlerin ve saygın insanların evlerinde gerçekleştirilirdi. İnsanlar ayrıca ruhların yüksek yerlerde kaldıklarına inanırlardı ve bu bağlamda dağ tepelerine de kutsallık yüklerlerdi. Bu nedenle kurbanları bazı dağların tepelerinde keserek dağ ruhlarıyla, ata ruhlarını anarlardı.
“Eski Türklerde kurbanlık hayvanın eti parçalanmadan pişirilirdi. Anadolu Aleviliğinde de kurban eti parçalanmadan rehberin veya tekkede kara kazana konarak pişirilir. Etler haşlanır. Bu kurbana “Terceman” denir. Pişen ete ise “Terceman Lokması” denir.” (Anadolu’nun Gizli Kültürü, Alevilik; Nejat Birdoğan Berfin Yay. 3. Bsk. 1995 s. 519-524).
Bir başka anlamda Passah veya Fısıh Kuzusu mitolojisinde de kurban ritüelinden söz edilir. “Passah veya Fıssıh Kuzusu Mitolojisi arkaik (eski) İbrani Kan Hukuku anlayışının anlatımıdır. Fısıh (İbranilerde, topal anlamına gelir”. (Erol Sever. Age. 23-24). Bu mitolojik anlatım, topal kuzuyu kurban etmeye dayanır. “Eski çağlarda canlı hayvanın önce arka ayak parmakları kesiliyor, sonra kuzu kesilerek parçalara ayrılıyor ve daha sonra da ateşte közlenerek yeniliyordu. Bu olaya, “maden” mitolojisinin yansıması söz konusu. Parçalanan maden, eski haline getirilir. Topal, eksik ve parçalara ayrılmış kuzu, insan bedenine katılarak onlara yaşam sunmaktadır. (Erol Sever, age; 23-24). Burada söz konusu olan, bir can canından olur, ama o can başka canlara “can” olur. Entropi yasasının toplumsal algısı söz konusu. Buna göre, kapalı alanlar dışardan enerji almak zorundalar yoksa yaşam enerjileri biter.
Bir anlamda kurban yeniden doğuşu sağlayan güçtür.
Bir çoban düşünün, sürüsüne kurt dalıyor. Çoban ne yapar? Sürüyü kurtarmak için “kurda saldırır” ve bu uğurda canında da olabilir. Burada söz konusu olan “çobanın koyunları için “kurban” olmasıdır…
Bir aile büyüğünün, ailesine gelecek olan bir zararı önlemek için, ölümü göze alması ve gerektiğinde canını vermesi; bir aşiret liderinin aşiretini koruması için kendisini feda etmesi veya bir halk önderinin, halkına gelecek zararı önlemek amacıyla kendisini adaması vs. kurbana birer örnektir. Burada söz konusu olan, kendi canını vererek başka canların yaşamasını sağlamak ve bu yolla yeniden doğuşu gerçekleştirmektir.
Süreç içinde bilim ve teknolojinin gelişmesiyle birlikte, insanlardaki toplumsallık değerleri daha da artmış; kabileler, klanlar, boylar, aşiretler yerine devletler, imparatorluklar vs. gibi daha büyük yapılanmalar oluşmuştur. Gittikçe artan toplumsal ilişkiler kendiliğinden insanlar arasındaki büyük ayrışımları da azaltmış ve toplumsallık içinde farklı farklı inançlarda da birleşmeler, aynı inanç altında bir araya gelmeler da varlaşmıştır. Öyle bir sürece girilmiş ki; artık orada çok tanrılı, çok inançlı anlayışlar yerini tek tanrılı inanca bırakmak zorunda kalmıştır. Bunun en büyük nedeni üretimin artması, üretim araçlarının gelişmesi ve bu nedensellik içinde küçük topluluklar ve guruplar halinde yaşayan insanların daha kompleks bir konuma gelmeleridir. Eskiden her klanın, her boyun ve her aşiretin farklı tanrıları bulunurken; tarımın gelişmesi ve yerleşik düzenin kurulmasıyla birlikte insanın toplumsallığında da büyük dönüşümler oluştu. Bunların en başında tek Tanrı anlayışı gelmektedir.
Tek tanrı anlayışının günümüzden yaklaşık 4000 yıl önce oluşmaya başladığı söylenebilir. Semavi dinlerin atası Hz. İbrahim’dir. Hz. İbrahim İ.Ö. 2000’li yıllarda yaşamıştır. Harran’da (Şanlıurfa’da) dünyaya geldiği ve Filistin topraklarında yaşadığı sanılmaktadır. Hz. İbrahim, büyük bir tüccardı.
Kutsal Kitaba göre Hz. İbrahim’in 90 yaşına kadar çocuğu olmaz. Karısı Sare buna çok üzülür. Hz. İbrahim’e cariyesi Hacer’le evlenmesini ister. İbrahim çocuk özlemiyle Hacer’le evlenmeyi kabul eder.
Bu arada Hz. İbrahim Allah’a yalvarır. Eğer çocuğum olursa kendine kurban edeceğini söyler.
Hacer’le evlendikten sonra bir çocukları olur. Adını İsmail koyarlar. İsmail doğduktan sonra Hz. İbrahim Allah’a verdiği sözü anımsar. Bu sözünü tutmak için oğlunu kurban etmeye karar verir. İsmail’i kurban etmek için hazırlar; keskin bıçağı İsmail’in boynuna sürter ancak bıçak İsmail’in boğazını kesmez. Hz. İbrahim buna şaşar. Tam o sırada gökyüzünden bir “koç” indirildiğini görür. Allah Cebrail’le bir koç göndererek İsmail’i, İbrahim’e bağışlar.
Kuran’a göre “Koç” Hz. İsmail için indirildi.
Tevrat’a göre ise “koç” Hz. İshak’a indirildi.
Pagan döneminde insanlar “tanrılar” adına kurban ediliyorlardı. Burada amaç tanrıların gönlünü almak, azaplarından kurtulmak, zarar vermelerini önlemektir. İnanç böyledir. Bu görüş insanı diğer varlıklardan üstün gören bir anlayışı simgeler.
Bu anlamda insan doğada kendini diğer varlıklara göre kutsamıştır. Kendisini merkeze alan insan, kendi canını korumak anlamında, başka canları feda etmekten çekinmemiştir. Bu anlamda insan merkezli bir düşünce yapısından ele alındığında Kutsal Kitaplardaki “koç söylencesi” insanlık açısından bir devrimdir. Çünkü bu söylence insanı “kurban olmaktan kurtarmıştır.”
Hz. İbrahim “Koç Söylencesiyle” bu olguya son vermiştir. Böylece insanların kurban edilmelerinin önü kapanmıştır.
Bu düşünce insanlığın gelişmesinde büyük bir devrimdir. Günümüzden 4000 yıl önce gerçekleştirilen bu devrim bugün halen bütün canlılığıyla uygulanmaktadır.
İkincisi, Hz. İbrahim’in kurban söylencesinin uygulamaya konulmasıyla birlikte, çok tanrılı inanç motifi, yerini tek Tanrılı inanç sitemine bırakmıştır. Tek Tanrılı inancın oluşmasında büyük bir işlevsellik kazandırmıştır.
Üçüncüsü, hayvanların kurban olarak kabul edilmesiyle, diğer tüm kurban çeşitleri ortadan kalkmış ve neredeyse tek kurban çeşidi geçerlilik kazanmıştır.
Kurban söylencesiyle, insan daha da özgür olmuştur. Kurban olacağım korkusuyla yaşayan bir insanı düşünün. Bu korku bu söylenceyle ortadan kalkmıştır. İnsanlar “kurban” edilmekten kurtulmuştur.
Tüm bunlara karşın bugün kurban kesilen hayvanların, ulu orta her yerde kesilerek, hayvan katliamına dönüşmesi hiç de hoş olmayan görüntülerdir. Bu tür vahşet görüntülerinin oluşmaması ve hayvanlarında canlarının olduğu gerçeğinden hareket edilmesi çok önemlidir.
ALEVİLERDE KURBAN
Anadolu Aleviliği, kendine özgü ve aynı zamanda insanlığın ortak hafızasını taşıyan bir felsefi inanç olarak, birçok inancın değerlerini de özünde barındırır. Bu nedenle ibadetlerinde semavi dinlere uymayan ritüellere de sıkça rastlanır. Ama aynı zamanda İslam’ın bazı değerleri de görülür. Kurban anlayışı da buna örnektir.
Alevilikte Hakk kavramı çok temeldir. Çünkü Hakk evrensel gerçekliği ifade eder. Alevilikte her şey Hakk içindir. Hakk’tan gelindi, Hakk’a gidilecektir. Bu aynı zamanda “vardan geldik, vara döneceğiz” demektir. İşte Alevilikte “kurban” anlayışı da “Hakk’tan gelen, Hakk’a gider” anlayışını içerir. Çünkü bir can canını verdiğinde, o can başka canlara can olur.” Burada “canı veren de canı alan da Hakk’tır.”
Bu bağlamda Hakk yoluna kurban olmak, gerçeklerin demine yönelmek alevi inancının çok temel anlayışıdır.
Aleviler öz olarak Kurban’a “yola Kurban olmak, yol uğrunda gerekirse boynunu vermek” anlamına vurgu yaparlar. Asıl “kurban” insanın nefsini tığlaması, nefsine egemen olması, dürüst, doğru, adil ve paylaşımcı olunmasıdır. Aleviler dualarında “canım kurban, tenim görüntümdür” derler. Burada “can” doğanın bütünsel yapısını oluşturan ve doğaya devinim kazandıran ama görülemeyen temel güçtür (yani Tanrı’dır), ten ise görünen doğadır. Görünen her şey, görünmeyenden çıkmıştır. Açığa çıkan bu bedendir. Her beden başka bedenlerden beslenir. Böylece görünen görünmeyene katılır, görünmeyen görüneni var kılar. Ve bu döngü sonsuzca sürer ve bu döngü sürekli birbirini besler, birbirini var kılar.
Alevilikte kurban için “kan akıtmak” zorunlu değildir. Asıl olan, bir yoksula, gereksinimi bulunan bir yetime, zorda kalmışlara bağış yapmak, aş vermek, besin sunmak, yiyecek ve giyecek yardımında bulunmak da “kurban” dır.
Alevilik ’de Kurban, ikrar verip, ikrarında durmak anlamına da gelir. Kurban, insanın özünü dost özüne sunması; dostun gönlünü kazanması, dost yoluna özünü koymasıdır. Çünkü kurbanda asıl olan şey yakınlaşmaktır. Dostlara, canlara, insanlara yakın olmak, insan gönlünü kazanmak, insana değer vermek, insanları kendisine yakınlaştırmak da en büyük “kurban” dır. Bilgiyle, davranışla insanı etkilemek, eğitmek, onları dost yoluna sokmak; verilen bilgiyle insanı Tanrı’ya yakınlaştırmak da Alevilikte kurban anlamına gelir.
Tevfik Fikret bir şiirinde şöyle der:
Din şehid ister, asüman kurban
Her zaman her tarafta kan kan… (Meydan Larousse; Kurban Maddesi)
Ozan bu dizelerde din adına yapılan şavaşlardan ve katliamlardan söz ederek; “Allah adına kesilen kurbanların da hayvanlara yapılan bir katliam olduğunu vurgulamaktadır.” Asuman gökyüzü demektir. İnsanlık her zaman yaratıcısını, Tanrı’yı veya Allah’ı hep gözkyüzünde aramıştır. Dua ederken ellerini açıp, yüzünü göğe dönmesi ve yalvarırken her zaman yüzünü gökyüzüne çevirmesi bu arayışın somut göstergeleridir. Ozan, “yeryüzünde dökülen her kan, bir bedenin ölmesi ve yaşamının sona erdirilmesidir. Din adına da yapılsa bu bir gerçektir.” Ozan “gönlü dökülen, akıtılan kana isyan ediyor ve akıtılan kanların durdurulmasını” diliyor.
“Canım erenlere kurban
Serim meydanda meydanda
İkrarım ezelden vardı
Canım meydanda meydanda.” (Kazım ENGİN https://www.pirsultan.net/ )
Bu dizelerde ozan, “Velilere, mürşitlere, bilginlere, önderlere, yol gösterenlere, öncülere duyulan sevginin en büyük kurban olduğunu belirtiyor.” Kurbanın özü, canı cana, gönlü bir gönüle bağlamaktır. Dostluk kurmak, kardeşlik duygusunu artırmaktır. İnsanın örgütlüğünü sağlayarak, insanı özgürleştirmek ve korkularını gidermektir. Çünkü kurban, korku sonucunda ortaya çıkmış bir olgudur. O halde insan özgürleştiği oranda kurban olgusu da değişime uğrayacaktır. Özgürlük aynı zamanda bilgiyle olur. Bilgiyi ise veliler, mürşitler, bilginler verir. O halde bu insanlara yaklaşmak, onlardan yararlanmak çok önemlidir. Bilgili insan “gizil nesnelliği” de çözeceğinden, doğaüstü gücü, doğal güce çevireceğinden, kişi, doğayla daha uygun yaşamayı öğrenecektir. Ozan, “bilgi uğruna gerekirse canımı veririm” diyerek, “insanı özgürlüğe taşıyacak olan değere yönelmeyi temel ilke olarak gördüğünü” söylemektedir.
Gerçek olan olur gani
Gani olan olur veli
NESİMİ’YİM yüzün beni
Derim meydanda meydanda” (Kazım ENGİN https://www.pirsultan.net/ )
Nesimi, “gerçeği bilen kişi her yönüyle zengindir. Bilen kişi, hem alıcı ve çoğunlukla da bilgi vericidir. Bilgili olan, kendisini aşan, başkalarına yararlı olan; kişileri bilgiyle donatan kişi velidir, bilginidir, pirdir” diyor. Nesimi, bilgisi yüzünde derisi yüzülmüş ve gerçek anlamda “kurban edilmiş” bir ozandır, bir bilgedir. Nesimi, insanı özgürleştirmek, tutuculuktan, gericilikten, hurafeden kurtarmak için çaba harcamış fakat onun bilinç düzeyinde olmayan ve onun söylediklerini anlamayan ham insanların saldırıları sonucunda korkunç bir şekilde öldürülmüştür. Onun için de Nesimi, ikrar vermiş ve ikrarından dönmemiştir. İşte en büyük kurban budur.
Bir insan kestiği kurbanla değil, insanlık uğruna yaptığı hizmetle anılmalıdır. İnsanlık için korkmadan başını veren, insanlık adına ölümü göze alan ve ölen nice insanlar kurban sözcüğünün özünü daha da iyi dolduruyorlar. Halk arasında bir deyim vardır “ben sana kurban olam”. İşte “kurban” gerekirse sevdiği için canını vermekten çekinmeyendir.
Alevilik inancında ve öğretisinde de bu deyim geçerlidir. Yol için çekinmeden başını verenler, paylaşmayı en temel ilke sayanlar; insanın özgürleşmesi için mücadele edenler, doğaya uygun yaşamayı ilke edinenler; insanın da doğal bir varlık olduğunun bilincinde olanlar; işte gerçek erenler bunlardır. Bu da sevgiyi gerektirir. Sevgi ise özünde kendisinde olmayanı kendisine katma işlevidir. Kurbanda yakınlaşma, katılma, yabancılığı giderme anlamındadır. O halde seven herkes, aslında kurbanın insana verdiği psikolojik doyumluluğa ulaşır.
Alevilikte “Kurban”ın aslı “Lokma”dır. Lokma her tür besin kaynağı olabilir. Lokma, insanın kendi kaynağından bir kısmını ayırıp, insanlara dağıtmasıdır. Bu yolla kendi içi dünyasına huzur katmasıdır. İnsanın özündeki kötülüklerden sıyrılması, kinden, nefretten, benlikten kurtulmaya çalışması kadar daha değerli bir şey yoktur. Kurban, bir anlamda insanın kendisinde var olanı paylaşması, bu bağlamda cana can katmasıdır.
Birçok yerde aileler, askere giden çocukları için “kurban” keserler. Bu aslında, “çocuklarının sağlıklı gelmeleri ve canına bir zarar gelmememsi için” bir başka canı sunmasıdır.
Aleviler, çeşitli törenlerde “kurban tığlarlar.” Bir dergâha gittiklerinde, Pir Evine uğradıklarında, Cem yapıldığında, Musahiplik Tutulduğunda, erkek çocukları sünnet edildiğinde, Kirvelikte, düğünlerde, bir insan Hakk’a yürüdüğünde, Hızır ve Muharrem oruçlarında, Hıdrellez Şenliklerinde, Nevruz Törenlerinde…kurban tığlarlar. Kurbanlarda her zaman hayvan kesilmez. Birçok törenlerde, kuru üzüm, kömbe, börek, kurabiye, helva, meyve… dağıtılır. Kimi zaman da hayvan kesilir.
Alevilikte aslında hiçbir cana kıymamak vardır. Buna karşın hayvanlar kesilir. Bu da yaşanılan pratikle, düşüncenin veya öğretinin çatışması, uyuşmamazlığıdır.
Aslında doğada bir denge de vardır. Her şey her şeyi yer. Ama önemli olan yenilen şeyi toptan yok etmemek ve görgüsüzce bir uygulama içine girmemektir. Bu anlamda bir hayvan tığlanacağı zaman, kimsenin görmediği alanlarda tığlanmalıdır.
Kul Himmet diyor ki;
Yetmiş deve ile Kâbe’den gelsem
Amentü okusam, abdestim alsam
Ulu camilerde beş vakit kılsam
Mürşide varmadan yoktur çaresi
Arafat’ta kurban kessem yedirsem
Hac kurbanın kabul oldu dedirsem
Pir aşkına su doldursam su versem
Mürşide varmadan, yoktur çaresi (Kazım ENGİN https://www.pirsultan.net/ )
Kul Himmet’in bu dizeleri, Alevi-Bektaşiliğin “Kurban”a nasıl baktığını açıkça ortaya konyaktadır. Kurban, insanın, özünü pişirmesi, kendi gerçekliğine ulaşması, Tanrı’yla kendi arasındaki yabancılaşmayı giderecek bilgiyi edinmesi ve Tanrı+ doğa+ insan birlikteliğini kavramasıdır. Her şeyden önce insanın kendi varlığıyla, bilinci arasındaki yabancılaşmayı gidermesidir. Burada ozan, sonuçla ilgilenmiyor. Olayların nedenselliğine vurgu yapıyor. Sonuç ancak görünendir. Şekil veya biçimdir. O halde insanlar neden şekil veya biçimsel olana yöneliyorlar? Esas sorun budur. Bunun yanıtı da insanın kendi gerçekliğiyle, kendisini var eden nesnel gerçeklik arasındaki bağıntıyı kuramamasıdır. Bunun da özünde bilgisizlik, eğitimsizlik yatmaktadır. Bilgilenmek, eğitilmek ve gerçek bilgiye anlaşmak için mürşide varmak ve onun besininden yararlanmak gerekmektedir.
Alevilikte ki “kurban”, özünde “Hakk’a varan, lokmanı, ekmeğini paylaşan, canların gönlünü kazanan, kimseyi kırmayan; bitirmeye, kızdırmaya, üzemeye değil; yaşatmaya, sevindirmeye, mutlu etmeye yönelen, dostları koruyan, kollayan, var olanı yaşatan; insanlara güven veren, geleceği aydınlık kılan, özünü insanlığa dönen, gönlünü dostlarına açan; dargınlığı, küslüğü bırakan, nefreti, kötülüğü özünden atan, insanlara iyilikle, güzellikle yaklaşan, kardeşliği, yarenliği, duygudaşlığı, yakınlığı, dostluğu vs. öne çıkaran bir anlayışı ve uygulamayı içerir.
Kurban, en son tahlilde yaşatmak, yeniden doğmak, yaşamda ki sürekliliği var kılmaktır.
Alevilerde;
-Kurban Bayramı,
-Hızır Kurbanı
-Adak “
-Nevruz “
-Hıdırellez “
-Cenaze “
-Düşkün Kaldırma Kurbanı
-Abdal Musa Kurbanı
-Dâr Kurbanı
-Musahip Kurbanı
-Görgü Kurbanı
-İkrar Kurbanı
-Matem Kurbanı… vardır.
Yeniden gözden geçirildi (18.07.2021)
Süleyman ZAMAN
21.11.2009
Kaynak:
----------------------------------------------
Ana Britannica, Cilt 14 “Kurban” maddesi.)
ARSEL, İlhan; Şeriat’tan Kıssalar; Kaynak Yay. 1996
BİRDOĞAN, Nejat; Anadolu’nun Gizli Kültürü, Alevilik; Nejat Birdoğan Berfin Yay. 3. baskı. 1995
DURSUN, Turan; Din Bu, Kaynak Yay. 1995 Cilt 1.
ENGİN, Kazım, https://www.pirsultan.net/ )
KALELİ, Lütfi; Binbir Çiçek Mozaiği; Alevilik 4. Bas. Can Yay. 2003 (ilgili Bölüm
Korkmaz Esat; Ansiklopedik Alevilik Bektaşilik Terimler Sözlüğü, Ant Yay.1994
Meydan Larousse; ilgili madde.
SEVER, Erol; İslam’ın Kaynakları ll. Muhammed; Pencere Yay. 1979
YAMAN, Mehmet; Alevilik, İnanç-Edep-Erkân,Garip Dede yay. 2