KUVVETLER AYRILIĞI
            Günümüz dünyasında, toplumsal düzeni sağlayan, devletin yapısını oluşturan ve devlete etkin olan üç temel yapı bulunmaktadır. Bu üç temel yapıya bir başka temel yapı daha eklemek gerekir ki; bu da medyadır...
            Bunlar;
            -Yasaları çıkaran Yasama (parlamento, meclis);
            -Yasamanın çıkardığı yasalar çerçevesinde yönetimi sağlayan yürütme (hükümet);
            -Toplumsal düzenin yasalara uygunluğunu denetleyen ve toplumsal düzeni sağlamaya çalışan yargı;
            -Denetleyici, gözleyici, iletici, olup-biteni toplumla buluşturucu, toplumu etkileyici ve ortak aklın oluşmasını sağlayıcı vs güç olarak da Medya... 
            Şu bir doğasal olgu ki, doğa da ve toplumlarda Kaos egemendir. Ama her koas aynı zamanda bir kozmos (düzen) da içerir. Bu olgu doğanın gerçeğidir. Esasında "çokluk" bir anlamda kaostur ve çokluğun bir arada bir bütünlük oluşturmasıysa bir bakıma bir düzendir. İnsan bilinci oluşan her olay ve olgu için kavramlar var eder. İşte düzeni veya düzensizliği oluşturan gerçekliğe, koşullar, kurallar veya yasalar diyoruz. 
            Yaşanılan toplumsal gerçeklikte de toplumlar her süreçte kaos yaşamışlardır. İnsanlar her zaman, toplumsal bütünlük, eşitlik, adalet, sevgi vs gibi değerlerin peşinden koşmuşlardır. Çünkü bu değerler toplumsal düzeni oluşturan değerlerdir.
            Bu anlamda da, tarihsel boyutta insanlık, her zaman düzeni aramaya ve toplumsal en iyi yönetimi kurmaya çalışmışlar ve bunun ütopyasını taşımışlardır. 
            Birçok toplumsal yapılardan ve yönetimlerden geçen insanlık, süreç içinde göreceli en iyi yönetimin “laik-demokratik” bir toplumsal yapı olduğu sonucuna varmışlardır. Bugün demokrasi, dünyada herkesin istediği en temel yönetim olmaktadır. 
            İronik olarak şu da denebilir ki; "demokrasi" adına, demokrasinin ortadan kaldırıldığı da görülmüştür.
            Laik-Demokratik bir toplumun olmazsa olmazıysa “kuvvetler ayrılığının" o toplumda ne kadar uygulanıp, uygulanmadığıyla ilintilidir. 
            Montesquieu (1689-1755), bir ülkede demokrasinin yerleşmesi ve varlığını sürdürebilmesi için, yasama, yürütme ve yargı kurumlarının ayrı olması gerektiğini vurgulamıştır. 
Tarihsel boyutta, kimi düşünürler, siyasetçiler ve toplum öncüleri, bu üç kurumun birbirinden bağımsız olması gerektiğini ve ancak bu yöntemle demokrasiye ulaşılabilineceğini savunmuşlardır.
            Günümüz de, çağdaş demokrasiler, yönetimlerini bu yapı üzerine kurmuşlardır.
Bugünün yaşanılan pratiği de bu olgunun gerçekliğini ve geçerliliğini belirgin bir şekilde ortaya koymuştur. Bugün hiçbir gelişmiş ve demokrasiyle yönetilen bir ülke, yargı, yasama ve yürütmeyi tek çatı altında birleştirmek ve medyayı susturmak veya "tekçi" bir konuma getirmek istemez. Çünkü o zaman yönetim demokrasi olmaktan çıkar.
            Demokrasiye ulaşabilmek, var olan genel-geçer demokratik değerleri varlaştırabilmek için, özellikle söz konusu kuvvetler ayrılığı denen Yasama- Yürütme ve Yargının birbirlerinden ayrı ve basının da özgür olması gerekmektedir.
            Şu bir gerçek ki, bu dört gücü elinde toplamak ve bu yöntemle devleti yönetmek isteyen bir kişi, otokratik (tekçi) bir anlayışı savunuyor demektir.
            Otokrasi, yönetimin tek elde toplandığı sistemlerdir. Bu anlayışı savunan bir insanın, demokratik bir anlayışa sahip olması beklenemez.
            Demokrasi, “ben ne diyorsam o doğrudur” anlayışını yanlışlayan ve buna karşı “herkesin görüşü ve düşüncesi değerlidir, her insan özgürce kendisini tanımlayabilmeli ve kendi görüş ve düşüncelerini ortaya koyabilmelidir” anlayışının yönetime egemen olmasının adıdır. Laiklikse, inancı her bireyin iç dünyasına bırakan ve dünyasal değerlerin yönetimde egemen olmasını sağlayan ve savunan bir yapıdır.
            Şu bir gerçek ki, hiçbir insan hiçbir konuda her şeyi bilemez ve çünkü herkes eksiktir. İnsan, eksik olduğu için kendisini tamamlamaya çalışır. Tamlık ve mükemmeliyetlik hiçbir konumda ve hiçbir insanda olası değildir. Bunu bilen ve kendisinin de eksik olduğunu kavrayan bir bilinç ancak gerçek anlamda demokrasiyi algılayabilir. O zaman şu ilkeyi geçerli sayar : “ Benim de yanlışlarım olabilir, hatalarım vardır, benim yanlışlarımı veya hatalarımı, başkaları tamamlayacak veya görecektir”. O halde benim gibi düşünmeyenlere, benim gibi inanmayanlara da vs. söz ve yönetime katılma hakkı vermeliyim, …. İşte demokrasi ancak bu temel anlayış üzerine kurulabilir.
            Bu anlamda, yasama yasaları çıkaracak, yürütme (hükümet) yönetecek ve yargı yapılanların yasalara uygunluğuna bakacak ve böylece bu üç kurum arasında işleyiş mekanizması oluşacak ve basın da iletici ve ortak aklı yansıtan bir güç olarak varlaşacak bir yapı, çağdaş ve gelişmiş bir toplumu oluşturacaktır. Söz konusu bu yapı oto kontrol yöntemiyle birbirlerini denetleyeceklerdir. İşte, çağdaş demokrasi bu yapı üzerinde ilerlemektedir.
Kuvvetlerin Ayrılığına karşı çıkmak, tek kişinin yönetimine taraf olmak demektir. Bu aynı zamanda, muhalif olanı dışlamak, muhalefete tahammül edememek anlamına da gelir.
Böylesi bir anlayış, demokrasiyle asla uyuşmaz. “Keyfiyet, ben yaptım oldu, ben ne dersem o olur, ben her şeyi bilirim, ben ne dersem o onaylanmalı” vs. gibi görüş ve düşünceler asla demokratik ve çağdaş düşünceler değildir. Çünkü bu görüş ve düşünceler ancak otoriter bir anlayışa özgüdür.
            Böylesi bir anlayış da, değil “ileri demokrasi”, demokrasinin “d”sinden bile uzaktır.
Çünkü özünde demokrasi, aykırı olanın da sesini duyurduğu, muhalefetin görüş ve düşüncelerini özgürce açıklayabildiği, toplumun demokratik kitle örgütlenmesini sağladığı ve söz konusu demokratik kitle örgütlenmesi eliyle herkesin yönetime katıldığı bir yönetimin adıdır. Demokrasi, hiç kimsenin aidiyeti, kültürel değerleri ve siyasi görüş ve düşünceleri nedeniyle suçlanmadığı, dışlanmadığı veya ötelenmediği, basının sesinin kısılmadığı vs. bir toplumsal yapıyı öngörür. 
Doğa, özünde nasıl farklı farklı yapılar, canlı-cansız maddeler, çiçekler, bitkiler, farklı hayvanlar vs. içeriyorsa ve bunların hepsi bir zenginlikse; aynı zamanda küçük doğa olan toplumlar da, çok farklı değerleri, oluşumları, görüş ve düşünceleri, inançları vs. özünde barındıran büyük bir zenginlik içerir.
            Bu zenginliği korumak ve her bir bireyin, gurubun veya topluluğun kendisini özgürce ifade ettiği bir toplumsal yapıyı varlaştırmak olması gerekendir. Demokrasi ancak bu zemin üzerinden bedenleşir.
            Bu da ancak, güçler dengesinin korunmasıyla ve hiçbir kişiye, kuruma veya zümreye vs. sonsuz yetkiler verilmemesiyle söz konusu olabilir. 
            İşte bunun günümüzde ki karşılığı, “Kuvvetler Ayrılığından” geçmektedir.
            Kuvvetler Ayrılığı aynı zamanda anayasal bir koşuldur.
            Şurası da bir gerçek ki; ekonomik kaynakların üretilmesi ve dağıtılması, toplumsal yararı ön görmediği ve kaynakların adilce pay edilmediği bir dünyada, istenilen "düzen" de asla sağlanamaz. Çünkü insanların karnı doymadığı, barınmadığı, kendisini güvende göremediği vs. bir dünyada hangi yasa çıkarılırsa çıkarılsın, o toplumda kuvvetler ayrılığı da gerçek anlamda uygulanamaz. 
            Demokrasinin egemen olduğu, adaletin işlediği, ekonomik kaynakların adilce paylaşıldığı vs bir dünya ancak insanlığa nefes aldırabilir.
            Gerisi boştur..


Ücretsiz web sitesi oluşturun! Webnode