Maraş’ta,19 Aralık 1978 tarihinde başlayıp, yaklaşık bir hafta kadar süren; art arda yaşanan, insanlık adına büyük acılar yaşatan katliamlar sonucunda, çoluk-çocuk, kadın-erkek- gebe-genç vs. demeden yüzlerce insanımız öldürüldü. Bu kıyım tarihin belleğine "MARAŞ KIYIMI" olarak geçti.
Bu katliam Alevilere ve sosyalistlere dönük yapılan ne ilk, ne de son katliamdı.
Nitekim daha sonraki süreçlerde, 02 Temmuz 1993 günü yapılan dünyanın en büyük katliamlarından birisi olan Sivas Madımak Yangını, 1995 Gazi olayları, daha yakın zamanlarda Suruç ve Ankara kıyımları da vs. gerçekleşmiştir.
Şu bir gerçek ki, özellikle birçok Sünni dostlarımızda dahi, Alevilere ve Aleviliğe dönük bilinçaltına yerleşmiş olan, insanlık dışı değerlerin, algıların ve nefret söylemlerinin sürdüğü görülmüştür ve görülmektedir. Ayrıca, göstermelik ve biçimsel “Alevi Sevgisi” gösterenler de bulunmaktadır.
Bu olgu esasında, Aleviliğe dönük gelenekselleşmiş olumsuz değerlerin bilinçaltına yerleşmesidir.
Sistemin egemenleriyle, dinin egemenlerinin birlikte oluşturdukları "merkezsel değerlerle uyuşmayan" her kesimi (etnik, inanç, kültür vs) düşman olarak algılanmıştır ve egemen olan kendisine uymayanı dışlamıştır.
Aleviliğin gerek teolojik (teoseofik) yönü, gerek toplumsal görüşü, gerek kadına bakışı, gerekse ritüellerin de ki zengin uygulamalar vs. egemenleri hep korkutmuştur. Esasında "katliamların temelinde" Aleviliğin ortaya koyduğu değerlerin, egemenleri rahatsız etmesi ve onların ortaya koydukları değerlerle yüzde yüz karşıtlık oluşturması yatmaktadır. Sorun da budur zaten!!! O halde egemenler, Aleviliğin evrensel öğretisini etkisiz kılmak ve bu bağlamda Alevileri esas değerlerinden uzaklaştırıp, egemen anlayışa yakınlaştırmak gerektiğini düşünerek bu yolda uygulamalar içine girmişlerdir. Bu konuda diretenlere de baskı, yıldırma ve yok etme gibi, eylemler gerçekleştirilmiştir. Tarihsel boyutuyla da bu böyledir. Biz buna asimilasyoncu politikalar diyoruz. Bu bağlamda Alevi katliamları asimilasyonu hızlandıran bir işlev de görmektedir.
Söz konusu asimilasyoncu politikalar bugün de hızla sürmektedir. Örneğin, Alevi köylerine cami yapılması; Alevi çocuklarına zorla Sünni içtihadın derslerinin verilmesi; cemevlerinin ibadet yeri sayılmaması; Alevilerden alınan vergilerden "Alevilere hizmet sunmayan Diyanet Başkanlığına" çok yüksek kaynak sağlanması"; Aleviliğin yalnızca inançsal (Arap Kültürüyle bağlantılı) yönü öne çıkarılarak, esas Aleviliği Alevilik yapan Batıni, tasavvufi, gnostik, teosofik, toplumsal ve sanatsal vs. yönü unutturulmaya çalışılmaktadır. Tüm bu gerçeklik içinde Alevi kıyımları her zaman yaşanmıştır ve bu kıyımlar devam edegelmektedir.
Dolayısıyla, Selçuklulardan bu yana Alevilere dönük baskılar ve kıyımlar değişik şekillerde sürmüş ve günümüzde de farklı konumlarda sürdürülmektedir.
Yeniden Maraş Katliamına dönersek;
Maraş’ta gericiler ve Faşistler 21 Aralık günü iki ilerici ve devrimci öğretmeni öldürdüler. Bu karanlık güçler öldürülen öğretmenlerin cenaze namazlarının kılınmasına izin vermediler. Gerekçeleri ise; öğretmenlerin solcu olmalarıydı. Çünkü faşist, gerici ve yobaz güruha göre kesinlikle solcuların camiye sokulması gerçekleşmemeliydi. Bunların mantığına göre "solcuların namazı kılınmaz, solcularla ve Alevilerle yan yana gelinmez".
Gerici, yobazlara göre, bir insan “Solcu” mu?, Komünist mi? Laik mi? Çağdaş değerlerden yana mı? Kızılbaş mı? Kadın ve erkek eşitliğini mi savunuyor?, herkes eşit yaşasın mı diyor?… o zaman bunlar toptan suçlu!!!!...
Çünkü "solcular ve Aleviler dinsiz ve Allahsız" bu gerici ve faşist anlayışa göre. İşte düz mantığın geleceği sonuç budur.
Eğer ; dayanışmak, kadın ve erkek eşitliğini ve özgürlüğü savunmak, bütün insanları aynı değer de görmek, insan sevgisini değerlerin en üstünü olarak bilmek, dünyasal yaşamın temel bir hak olduğunu öne sürmek ve yaşanılan her şeyin dünyada yaşandığını ve bu anlamda dünyasal yaşamın gerçekliğini öne çıkarmak, bundan dolayı da dünyada yaşayan herkesin adalet duygusu içinde açlık ve yoksulluk olmadan yaşamasının gerektiğini belirtmek vs. suç mudur? Eğer bu değerleri savunmak suç ise, geride, insanlık adına hangi değerler kalıyor. Oysa gerçekte Aleviler ve solcular kimsenin dinine, imanına karışmazlar. Dinine bağlı olanlardan, birçok solcu insan olduğu gibi; dinsiz olup ta solcu olmayan birçok insan da vardır. Böyle kaba, diyalektik mantıktan uzak, banal ve bilimsel anlayışa ters bir algı ve ters bir mantıkla yaklaşımlar insanı her zaman yanlışa götürür. Bu görüşler çözümlemeci yöntemden uzak, indirgemeci ve pratik algıcı vs gelişmemiş beyinlerin ürünü olabilir. Zaten bu güruhtan da bilimsel ve analitik bir mantık beklemek yanlış olur. Çünkü bunlar biat kültürüyle yetişmiş insanlar olduklarından asıl onları yönlendiren çıkarcı ve kışkırtıcı güçleri bilmemiz ve onları sorgulamamız gerekmektedir.
Çünkü halk psikolojisi denilen güdü çok önemlidir. Halk yoğun bir duygu ve edinim içine sokulduğunda onu istenilen şekilde yönlendirmek çok da kolaydır. Gerek Maraş’ta, gerek Çorum’da, gerek Sivas’ta ve gerekse 1993 Madımak Yangının da ve diğer katliamlarda yapılan (yani, kendisine ezberletileni ve öğretileni sorgulamadan uygulayan topluluklar) olmuştur.
Şu bir gerçek ki dünyada sol anlayış her zaman sosyal olaylara sınıfsal yaklaşır. Üretim- tüketim çelişkisini çözümler, onlar arasında ki uyuşmazlıkların neden ve niçinlerini sorgular. Halkı uyutun her türlü değerlere ve uygulamalara karşı durur.
Solcular, devrimciler ve ilericiler; insanlığın tarihi süreci içinde her zaman ve her dönem, inanç ve din adına insanları, halkı kandıranlara karşı olmuşlardır. Yoksa inancını gerçek anlamda yaşayanlara karşı hiçbir incitici duruş sergilememiştir. Tarihte de, günümüzde de dini inancı olan birçok sol, sosyalist, ilerici insan da bulunmaktadır.
Ama şu da bir gerçek ki inanç kişisel yaşanır. İşte Sol'un ve de Alevilerin söyledikleri budur. İnanç kişisel yaşanıyorsa o halde neden toplumsallaştırılıyor? İşte burada egemen anlayış devreye giriyor. İnancın toplumsallaşması, halkı inanç adına sömürmek içindir. Yapılan da budur. İşte Alevilerin, ilericilerin ve solcuların karşı çıktıkları da budur... Bırakınız herkes kendi inancını, iç dünyasında yaşasın...
1970’ ler döneminde de solcular, ilericiler ve devrimciler halkımızı din adına kandırıp onları sömürenlere karşı bir duruş gösterince çıkarları bozulan iç ve dış egemenler, halkın inançlı kesimlerini kışkırtarak solcuların, devrimcilerin ve ilericilerin bu duruşlarını “din karşıtı” olarak sunmuşlar ve böylece halkı bu şekilde yanlış bir şekilde yönlendirmişlerdir. İşte başta Maraş Kıyımı olmak üzere tüm diğer gerici ayaklanmalar bu zemin üzerinden değerlendirilmelidir. Maraş Kıyımına da bu bağlam da bakmak gerekir.
19-24 Aralık 1978 Kahramanmaraş olayları. Yine tezgah, yine oyun içinde oyun; yine kışkırtma; yine “Din elden gidiyor, Komünistler Cami bastı; Müslümanlar neredesiniz, Kanımız aksa da zafer İslamın” gibi sloganlarla, gericiler saldırdılar ve çevrede bulunan ilericilere, devrimcilere ve Alevilere ait tüm iş yerleri kundaklandı, yakıldı; çoluk, çocuk demeden insanlar vahşice katledildiler. Bu olaylar sonucunda resmi kayıtlara göre 111 insan öldürüldü; birçok insan yaralandı, birçoğu da göçe zorlanarak evini, barkını terk etmek zorunda bırakıldı.
Maraş’ta öğretmenlerin cenazesinin kaldırılması sırasında; gerici ve faşist güruh bu ilerici ve devrimci guruba saldırır. Camide namaz kılan halkı, yanlış ve yalan bilgilerle galeyana getirip, onları solcuların ve Alevi mahallerinin üzerine gönderdiler. Gözü dönmüş güruh çoluk, çocuk, kadın, erkek demeden “Müslüman Türkiye” diyerek herkesi öldürdü. Çevrede Alevi ve solculara ilişkin ne var ne yoksa hepsini yaktı, yıktı, tarumar etti. Bu olaylarda kafası uçan, eli kolu, bedeni paramparça olan insanlar vardı. Bu olaylar tam beş gün sürdü. Bu beş gün süre sonunda tam yüzlerce insan yaşamını yitirmişti. Ne acı!
Bu kadar insanı din adına, mezhep adına acımadan öldürmek, insanlığa ne kadar sığar. Allah'ın adaletiyle ne kadar uyuşur. Bu kişiler bu katliamları Allah adına yaptıklarını söylemişlerdir. Çorum’da da hemen, hemen aynı tarihlerde benzer katliamlar yapılmıştır. Orada da onlarca insan öldürülmüştür.
1993 yılının 2 Temmuz’unda Sivas da, 33 aydınımızı 2 otel çalışanını canlı canlı yakanlar, Maraş Katliamını gerçekleştirenlerle aynı mantığa sahip insanlardır. Sivas’ta da, gerici güruh ve özlerinde sevgi taşımayan insanlar, Maraş’ta da, katliam yaptıkları sırada, attıkları sloganları, Sivas’ta da, halkı kışkırtan söylemleri ve benzer senaryoları uygulayarak, onlarca masum insanın diri diri yakılmasını sağlamışlardır.
İnsan, bir sevgi varlığıdır? Öyle midir? HAYIR!!!
Bu olaylar bunu doğrulamıyor. Özünde sevgi taşıyan birisi, kalkıp da “insan yakar mı?” Demek ki, her insan “sevgi varlığı” değildir. O zaman şunu demeliyiz: “İnsanlaşmış insanlar “sevgi” varlığıdır.
İnsan, bir akıl varlığıdır? Öyle midir? HAYIR!!!
Akıllı olduğunu söyleyen insana bakın. Hırs, nefis, öç alma, kendisinden olmayanı yok etme, kendisi gibi düşünmeyeni küçümseme, öldürme, her şeyi kendi kazancı üzerine kurgulama!!! Bu mudur? Akıllılık. Kendisi gibi inanmayan ve kendisi gibi düşünmeyen insanları yakmak mıdır? Akıllılık…. Demek ki, her insan “akıl varlığı” değildir. Ancak insanlaşmış insanlar,”akıl varlığıdırlar”.
Ben, insanları yakanlarla, insanlara kıyım uygulayanlarla aynı sıfatı taşımak istemiyorum. Ama onlara “insan” demek de doğru değildir.
Bunlara insan demek insanlığa aykırıdır.
Bunlar insan olamamış.
Bu kıyımın üzerinde 37 yıl geçti. Peki, bu olayı çıkaranların gerçek suçluları nerede?. Neden açığa çıkarılmıyor. Neden gerçek suçlular gizleniyor? Oysa gerçek suçlular, sağcı ve gerici partilerde milletvekili oldular, meclise taşındılar, ödüllendirildiler.
Daha yakın zaman da, barış için yürümek isteyen canların üzerine canlı bomba patlatıldı. 10 Ekim 2015' de Ankara da 103 canımız acımasız katillerce öldürüldüler. Hani nerede katilleri? Üstelik de zamanın başbakanı Davutoğlu, "bu katliam oyumuzu 2 puan arttırdı" demişti. Vay be!!!
Bugün doğu da süren savaş hali, en çok masum insanları etkilemekte ve suçsuz insanların da kanı akmaktadır. Barış ve kardeşlik duygusu içinde olayları çözümlemek varken, bu kadar kanlı bir çatışma da neyin nesidir? Nerede BARIŞ DİLİ!!!
Bu kadar kan, bu kadar kıyım yetmedi mi?
Yukarıda da değindiğim gibi, inanç kişisel yaşanır ve herkesin iç dünyasıyla ilgilidir. Kişilerin inancını ölçecek bir araç yoktur. Kimse kimsenin inancına mizan kuramaz. Bu, kimsenin de haddine değildir. Herkesin etnik kökeni kendi kimliği ve kendi onurudur. Kimse kimsenin etnik kimliğini sorgulamamalıdır. Bunlar birer zenginliktir.
Devletin, inanç ve etnik bakımından nötr olması ve herkese eşit yaklaşması gerekmektedir. Oysa bu, hep sözde kalmakta ve devlete egemen olan anlayış, her inancı ve etnisiteyi kendisine benzetmeye çalışmaktadır. Bu durum, çağdaş değerlere, modern devlete ve laikliğe aykırıdır.
37 yıl önce meydana gelen ve onlarca insanın vahşice öldürülmelerine neden olan Maraş Kıyımını, insanı baskı altında tutan her yönetimi, kişilerin ve toplulukların kültürel ve inançsal değerlerini, kendi değerlerine benzetmeye çalışan ve bu nedenle kıyımlar yapan ve dünyada insanlığa karşı “Kıyım uygulayanları” kınıyorum.
Yeryüzünde, barışın, özgürlüğün, kardeşliğin, eşitliğin, adil paylaşımın, dostluğun ve yoksulluğun ortadan kalktığı bir dünya diliyorum.
Kimsenin inancından, dilinden, kültüründen dışlanmadığı, horlanmadığı bir dünya özlemiyle…
|
|