REFERANDUM

            Bu pazar (16 Nisan 2017), yani iki gün sonra 18 maddelik Anayasa Değişikliği için sandık başına gideceğiz.

            Yaklaşık iki aydır insanlar, söz konusu referandumun topluma ne getirip-götürdüğünü tartışıyorlar. Özellikle “HAYIR”ı savunanlar sokak sokak, ev ev gezip neden “HAYIR” dediklerini bire bir anlatıyorlar veya anlatmaya çalışıyorlar.

            Öncelikle belirtelim ki bu referandum, gerek hazırlanış, gerek meclisten geçiş, gerek olağanüstü hal konumunda yapılışı ve gerekse “ruhu” bakımından sorunlu bir içerik taşımaktadır. Esasında hem şekil yönünden hem de taşıdığı öz bakımından birçok olumsuzluklar taşıyan bu anayasa değişikliğini, iktidarın ve ona payanda olan Devlet Bahçeli’nin topluma bir dayatması olarak görmek gerekir.

            Halkın onca sorunu varken, işsizlik alıp yürümüşken, ekonomi de büyük sorunlar yaşanırken, üretim ekonomisi durma noktasına gelmişken, hemen yanı başımızda Suriye’de ve Ortadoğu’da büyük planlar yapılıp, emperyal güçlerin derin projeleri uygulanıyorken ve sınırımızda savaş yaşanırken; komşularımızın hiçbirisiyle normal bir ilişki sürdüremiyorken vs. Tam da bu koşullarda böylesi bir oylama bir dayatma değilse peki nedir?

            Söz konusu bu referandum her şeyden önce halkı ikiye bölmüştür. Oysa "Anayasalar" toplumsal sözleşmedir. Öyle bir toplumsal sözleşme düşünün ki, bu sözleşmeye neredeyse halkın yarısı "evet" yarısı "hayır" diyor. Böylesi bir yarılma hangi toplumsal barışı, huzuru ve anlaşmayı getirir? Bunun pratik yanıtı "Hayır"dır.

            "Ben yaptım oldu" mantığıyla "ben ne dersem halk onaylar" ön kabulüyle Anayasa Değişikliği yapılmaz. Bugün yapılan tam da budur.

            Bu değişikliğin neler getirip- neler götürdüğü halka tam olarak anlatılmamaktadır. Bu anlam da "Evet" diyenler lehine büyük bir avantaj varken ve bunlar alabildiğine propaganda yaparken, "Hayır diyenlere bu olanak sağlanmamakta ve neredeyse "Hayır" sözcüğü yasak konumuna bile getirilmektedir.

Evet diyenler, devletten her türlü yardımı görürken, devletin uçağını, forsunu, aracını, TV'sini vs. kullanırken; Hayır diyenler bu süreci kendi olanaklarıyla sürdürmektedirler. Bu eşitsiz koşullarda yapılan kampanyalar bile, bu halk oylamasının ne kadar eşitsiz koşullarda yapıldığı açıktır. Bu durum bile bu değişikliğin ne kadar antidemokratik olduğunun bir göstergesidir.

            İçinde bulunduğumuz süreçte olağanüstü hal yasaları uygulanmaktadır. Bu durumda veya bu zamanın ruhunda böylesi bir oylama, ne akla, ne vicdana, ne yasalara, ne mevcut anayasaya ve ne de uluslararası hukuk normlarına uygun düşmemektedir. Bu olgu bile bu halk oylamasının ne kadar sakat bir zemine oturduğunun göstergesidir.

            Evet'i savunan etkili ve yetkililerin, getirdikleri 18 maddelik anayasa değişikliğini anlatmak yerine, sürekli geçmişle uğraşmaları, geçmişte yapılan yanlış uygulamaları dillendirmeleri ve her konuşmalarında "Kılıçdaroğlu “nu gündeme taşımaları aslında yaptıkları değişikliğin, kendilerinin de savunacak bir yeterlilikte olmadıklarının göstergesidir. Ayrıca son günlerdeki tartışmalar da, "evet" cephesinde bir "Kılıçdaroğlu Sendromu" oluştuğu da ortadadır. Çünkü konumuz "KıIlıçdaroğlu" değil ki; "Anayasa Değişikliği"... Onlar bunu unutturmaya çalışıyorlar.

            Söz konusu bu anayasa değişikliğinin bütünsel özü şudur: "Yasama- Yürütme ve Yargı" nın tek bir elde toplanması...  Bunun başkaca bir anlamı yoktur. İşin esası budur.

            Getirilen değişikliklerle;

            -Meclisin biçimsel gücü artıyor ama öz olarak işlevselliği azalıyor. Meclis, içi boş şişirilmiş bir çuval gibi, görüntüsü büyük ama etkisi hemen hemen yok edilmiş olan bir yapıya dönüşüyor. Meclisin yasama yani kanun yapma gücü "kararnamelerle" Cumhurbaşkanına da tanınıyor.

            -Yargı, bağımsız olmaktan çıkıyor ve yargıçların hemen hemen hepsi, Cumhurbaşkanı tarafından atanan yargıçlar konumuna geliyorlar.

            -Yürütme, tamamen Cumhurbaşkanına devrediliyor. Başbakanlık kalkıyor.

            -Milletvekilleri bakan olamıyor.

            -Meclisin denetleme gücü etkisizleşiyor ve zorlaştırılıyor. En son aşamada getirilen yüksek sayıyla (400 milletvekiliyle) neredeyse ortadan kalkıyor.

            Ülkenin bütçesini tek başına Cumhurbaşkanı hazırlıyor vs.     

            Sonuç olarak "Cumhurbaşkanı" ülkeyi tek başına yönetebilecek bir konuma getirilmektedir.

Bu referandum "ülkemiz, tek bir kişiyle mi, yoksa halkın seçtiği meclisle mi yönetilsin" in onaylanmasıdır.

Bu referandum, gençlerimizin, çocuklarımızın geleceğinin belirlenmesidir.

            Sonuç olarak, ülkemizin, çağdaş, demokratik, laik vs. bir ülke olmasını istiyorsak ve halk iradesini yansıtan TBMM'sinin yönetimde etkin kılınmasını savunuyorsak, yapılacak olan bu oylamada halkımızın "HAYIR" oyu kullanması gereklidir.

            Akıl ve mantık bunu söylüyor.

            Çünkü 21. Yüzyılda "tek adam yönetimi" düşünülemez.

            Çünkü 21. yüzyılda 80 milyonun iradesini tek bir kişiye indirgemek akla uygun değildir.

            Çünkü her insan eksiktir ve herkes kendisini tamamlamak ister. Tamamlanmak, insanın kendisinde olmayana yönelmesiyle olur. Bundan dolayı da bir insan, her zaman başka insanlara gereksinim duyar. Bu anlamda "bir insan" hiçbir şey, "insanlar" her şeydir". Bu da insanın toplumsal bir varlık olduğunun kanıtıdır. Bu bağlamda toplumsal kararlar, toplumsal bilinçle alınır veya alınmalıdır.

            Çünkü insan psikolojik bir varlıktır, duyguları vardır ve algıları görecelidir ve bu anlamda öznel bilinç, toplumsal yarara karşın her zaman yanlış yapabilir. O halde, bir insanın, yanlışını toplumsal bilinçle başkaları giderebilir. Bu anlamda karar verme aşamasında çoğulcu iradenin yansıması ve yönetimde çoğulcu iradenin ortaklaşa mantığının etkin olması gereklidir.

            Tüm bu olgular da ancak demokratik bir bilinçle oluşan ve farklı toplumsal iradeyi yansıtan bir meclisle olasıdır.

            Gerisi laf-ı güzaftır...

            Bu anlamda pazar günkü referandum da HAYIR oyu kullanacağım...

 


Ücretsiz web sitesi oluşturun! Webnode