YALNIZLAŞAN İNSAN

İlkel insan doğaya karşı güçsüzdü. Yaşayabilmesi için doğayla savaşması gerekiyordu. Toplumsallaşmasını tamamlamamış ve üretim ilişkileri gelişmemiş ve toplumsal üretimi gerçekleştirememiş olan insan yalnızdı. Bu durumda doğanın kendisine verdikleriyle yetiniyordu. Bilinç düzeyi düşüktü. Genelleme ve soyutlama yeteneği daha henüz tam olarak oluşmamıştı. Bu nedenle doğayla sorunlarını çözmekte zorlanıyordu. İlkel insan kendi dışında gelişen ve kendisini çok aşan olay ve oluşumlar karşısında çaresiz, güdümlü ve edilgendi. Gelişen olayların farkında olamadığı içinde bilgisiz ve korku içindeydi. Özünde bilinmeyen her şey insanda korku yaratır. Yalnız insanda korkar. Çünkü tek başına doğayla başa çıkması olanaksızdır.
Bu çaresizlik, bilgisizlik, korku ve yaşama güdüsü (beslenme, barınma, hayatta kalma…) insanı yalnız yaşamaktan, birlikte yaşamaya doğru itmiştir. İnsanlar zorunlu olarak bir araya geldiler. Çünkü insan ancak birlikte yaşamaya başladıktan sonra insanlaşmıştır. Bu anlamda insan “toplumsal bir varlıktır”.
İnsanın, toplumsal bir varlık olup; birlikte yaşamaya başlaması süreç içinde birçok benzer veya farklı kurum ve kuralların oluşmasını da varlaştırdı. Birlikte yaşayan insanlar, ister istemez kendi aralarında birçok sorunu da var ettiler. Zamanla kendi aralarında doğan sorunları çözebilmeleri, barış ve dirlik içinde yaşayabilmeleri için bu kurum ve kurallar bir gereksinim olarak doğdu.
Şu bir gerçek ki bireyler kişiliklerini, kimliklerini bu kurum ve kuralların değerleri içinde edinmişlerdir. Bu konum insanın toplumsal bir varlık olmasından kaynaklanan bir durumdur. Bir insanı toplum dışına itin, onun insanlaşmadığını görürsünüz. Görünümü insan olsa da, davranışları insanca olmadığını tespit edersiniz.
Uzam içinde farklı toplumsal ilişkiler oluşmuştur. Her toplumsal üretim, kendi toplumsal ilişkilerini de var etmiştir. Bu anlamda insan davranışları da bu ilişkilerin meydana getirdiği maddi ve manevi değerlerin etkileriyle oluşur. Kişilikler ve davranışlar da bu anlamda çeşitlilik gösterir.
Her birey doğduğu ailenin, çevrenin veya yetiştiği toplumun ve o dönemde geçerli olan toplumsal değerlerin etkisi altında kendisi olmuştur. Kimlik ve kişilik toplumsal değerlerin dışında olamaz.
Birlik ve bütünlük içinde yaşayan, sorunlarını başkasıyla paylaşan, üreten, yaratan, araştıran, sorgulayan insan yalnızlığını yenen insandır. Böylesi bir insan her türlü ilişkisinde başarılı bir ivme çizer. Birlikte yaşamayı, sevgiyi, paylaşmayı, dayanışmayı, dostluğu, kardeşliği, üretmeyi ve güven vermeyi …bilmeyen veya beceremeyen insan özünde yalnız insandır. Yalnız insan aynı zamanda güdümlü ve edilgen insandır da.
-Yalnız olan insanın korkusu vardır!
-Yalnız olan insan mutsuzdur, yaşam onun için bir yüktür!
-Yalnız olan insan bencil ve kendincidir!
-Yalnız olan insan yabanıldır!
-Yalnız olan insan dışsallık yaşar!
-Yalnız olan insanın psikolojik travmaları vardır!
-Yalnız insan güvensizdir!
-Yalnız insan üretimsizdir.
-Yalnız olan insan umutsuzdur vb.
Yalnızlık, tek başınalıktır, ıssız ve sessiz ortamlarda yaşar, kimsesizdir, bırakılmışlıktır, yetimdir, kendisiyle yetenmeye çalışandır vs.
Bugün yaşadığımız dünyanın çağdaş insanına baktığımızda, gerçekten de büyük yığınların içinde birçok insanın yalnız yaşadığını gözlemleyebiliriz. Yani, çoğunluk içinde, yalnızlık yaşayan o kadar çok insan var ki!...
Teknolojik ve bilimsel gelişmenin dünyayı çok küçülttüğü bir dönemde; insanın bu kadar yalnız olması aslında bir paradokstur. Bu gelişmiş iletişim çağında, insanın yalnızlık yaşaması çok düşündürücüdür!
Özünde, bu durumun birçok nedeni vardır. Bu nedenleri burada işlemek yazının amacını ve boyutunu da aşar. Ama şunu söyleyebilirim ki Yeni Dünya Düzeni ve post- modernizm, klasik kapitalist ötesi sistem vs. insanları tüketime yönlendirerek, kendisine yabancılaştırmaktadır. Oysa, doğada üretim egemendir. Doğa, hem üretir hem de ürettiğini tüketir. O halde, insan da doğal bir varlık olarak, sürekli üretmelidir. Oysa, yeni toplumsal yapı, üretmeden tüketen bir toplum modeli ortaya koymuştur ve tüketim makinesi gibi, insanlığı yalnızca tüketen bir konuma getirmeye çalışmıştır ve çalışmaktadır.
İnsan, bir üretim varlığı olarak kendisini sürekli yenilerse yalnızlıktan kurtulabilir. Bu üretim tek başına ekonomik anlamda değil, aynı zamanda moral değerler anlamında da olmalıdır. Ama söz konusu Kapitalizm ve en son versiyonu olan YDD (Yeni Dünya Düzeni) bugün insana bireyciliği ve bencilliği aşılıyor. Çünkü YDD ve Kapitalist sistem, toplumculuktan uzak bir modelle karşımıza çıkmıştır. Bu model, özünde, insana “her şeye sahip ol” bilincini yükler. Bu yanıyla da bireysel çıkarı, bütünün çıkarına adeta yeğler. Bu koşullar içinde, istediği metayı elde edemeyen insanlar da, süreçle, bir yabancılaşma ve yalnızlaşma olgusu ortaya çıkar.
Bu bireyci, üretimden uzak ya da üretimi çok küçük çıkar gurupları yararına yaptıran, büyük çoğunluğa açlık, yoksulluk, savaş ve umutsuzluk sunan sistem, insanı edilgen ve kendisine bile güven duymayan bir konuma getirmiştir. Böylece, sorgulamayan, kafa yormayan bilinçsiz insan toplulukları birbirlerini dışlayarak çözümsüzlüğe ve düşmanlığa öylece itilirler.
Bu sitem aynı zamanda etik değerlerin yozlaşmasını da doğurmuştur. Öyle zamanlar olmuştur ki; bu insan dışı sistem, ahlaki değerleri küçümseyen, dostluğu, paylaşmayı, barışı, kardeşliği, eşitliği… modası geçmiş kavramlar olarak gören, bu insani değerleri yok sayan bir anlayışı dayatmıştır. Çünkü bu sistem, bu anlatılan değerleri, bugünün post-modern anlayışı içinde “değersiz” görmüştür.
Büyük yığınlar içinde, yalnızlık yaşayan her insanın korkusu vardır. İnsan, yaşadığı doğadan uzaklaştığı ve içinde varlaştığı sistemle yabancılaştığı andan itibaren, kendisiyle de yabancılaşır.
Yabancılaşan insan, kendisiye toplum arasında ki bütünlüğünü kuramayan ve bu anlamda bilinç bulanıklığı yaşayan insandır. Bundan daha korkunç ne olabilir ki. Büyük çoğunluk içinde yalnız yaşadığını far eden insanın, psikolojik huzursuzluğu ve saldırganlığı artar. Günümüzde, psikolojik rahatsızlıkların, stresin vs artması, bile, insanlığın içi dünyasında yaşadığı olumsuzlukları, ortaya koymaktadır.
Yalnızlık yaşayan ve topluma uyum sağlayamayan insanlar, zamanla, çevreye olmadık zararlar da vermeye başlarlar. Toplumda, hırsızlık, kapkaçlık, kişilik bozuklukları, intiharlar vs. gibi olumsuzluklarda da artış yaşanır.
Yalnız insan, üretmeyen, paylaşmayan, konuşmayan, sorunlarını anlatmayan insandır. Yalnız insan, çekingen, mutsuz, geleceğe dönük umutsuz ve korku içinde olan insandır. Bu tür insanların benliğinde hep belirsizlik bulunur.
İnsanı yalnızlığından kurtarmak gerekir.
İnsanın yalnızlığından kurtulmasının yolu ve yöntemi, insanın doğaya uygun yaşaması, toplumsal bir varlık olduğunun bilincine varmasın ve toplumsal değerler sistemi içinde insanı insanileştirecek olan değerleri edinmesi ve onları pratik yaşama uygulamasıyla vs. olasıdır. Bu da ancak toplumcu ve çoğulcu bir sistem içinde, üretken ve ürettiğini paylaşan bir toplumsal yapının var edilmesiyle gerçekleşebilir.
Böylesi bir sistem (toplumcu ) insanı yalnızlığından kurtarabilir mi?...
Bu sorunun yanıtı, diyalektik karşıtlık içinde, ortaya çıkmış olan toplumsal bilincin, geleceğe dönük kurtuluş projesinin ütopyasıdır.
Bu cangıl kapitalizmin ve kana doymayan faşizmin, en büyük seçeneği toplumcu (sosyalist) modeldir.
Bu model yalnız insanı ya kurtaracak ya da ..!?