YAŞAM VE ÖLÜM ÜZERİNE

                 Yaşam ve ölüm, bu iki zıt kutbun çatışkısında, varoluşun gizi saklıdır. Çünkü doğasal sürekte ve devingenlik içinde biri diğerine dönüşür. Örneğin, Elma olgunlaşırken, çekirdeğini de tohuma dönüştürür. Elma çürür ve onun içinde saklı olan tohum toprağa düşer. Toprağa düşen tohum minerallerle birleşir ve güneşin dönüştürücü ışığı ve doğanın diğer etkileriyle beslenerek gelişir, büyür ve yetkin konuma ulaşınca yeniden elma olur. 
Sonuç olarak elma öldü, yeniden elma oldu. Bu devriye, bu döngü, bu oluşum süreği, tüm varoluş de için geçerlidir. Bu anlamda ölüm, bir yanıyla, bireysel enerjinin bütünsel enerjiye katılmasıyken, diğer bir yanıyla da sürekliliktir. Yaşam, bireyin farkındalığıdır. Ölümse, doğanın kendisini yeniden üremesini sağlamasıdır. Çünkü ölüm bireyin kendisi olmaktan çıkıp, bütünsel olana katılması; yaşamsa, bireyin bütünden kopup bedenleşmesi ve “ben” olmasıdır. Bu döngü son ve sonsuzluğun birbirlerini sürekli var kıldıklarının diyalektik oluşum yasasını oluşturmaktadır. 
                 Esasında olan, oluşumdur, türümdür. Makro dünyada zaman ve mekân insan algısında bir mutlak algı bırakırken, mikro dünyada zaman ve mekânın mutlaklığı ortadan kalkmaktadır. Makro dünyada bir doğuş, bir bitiş algısı varken, mikro dünyada başlangıç ve sonuç yok, döngüsellik vardır vs.
Bu bağlam da, makro evren de ölüm ve yaşam her ikisi de doğanın gerçeğidir. Birisi varsa diğeri mutlaka olarak vardır. Buna karşıtların birbirinin var kılması diyoruz. Böylece diyalektik anlamda, karşıtların varlığı, değişim ve dönüşümün en temel nedeni olarak ortaya çıkmaktadır. Ayrıca, ölümün olmadığı bir dünyada, yaşam ne de zor olurdu!
               Düşünün, onca olumsuz koşullarda, haksızlıkların yaşandığı, yoksulluğun sürdüğü, acıların, hüzünlerin ve tek düzeyliliğin egemen olduğu bir dünyada insanın uzun ömrü olması belki de çok arzu edilmeyecek bir durum olabilirdi. Bu olgu ve değişim içinde, evrim ve adaptasyon sonucunda, insanın yaşam ağacı ve ömrü de, genetik koda işlenmiştir. Temel var edici güç olan yaratıcı, bunu da hesap ederek, insanlara ortalama bir yaş biçmiştir. Çünkü yaratıcı doğa'nın bilinci, doğanın aklı, sonsuzdur.   
                Belki de insan, evrimsel süreç içinde gelecekte çok daha uzun bir ömür sürdürülebilir konuma gelebilir. Çünkü doğa, her olguyu en üst aşamaya kadar ilerletir ve sonunda karşıtına dönüştürür. Çünkü evrim, ileriye doğru işler; aynı zamanda geliştirici ve elemecidir.  
Aslında Ölüm doğanın bireye verdiği enerjinin bitmesi ve doğanın enerjisiyle yeniden birleşmesidir. 
                  Her şeye karşın yaşam çok değerlidir. Alınan nefes, içilen su, yenilen lokma, öpülen sevgili, konuşan dil, üreten el, düşünen beyin ve paylaşılan duygular vb. ne kadar güzel. Yaşamı anlamlı kılan da bu değerlerdir.
                Yıllar önce, Orhan Hançerlioğlu'nun "Düşünce Tarih"inde okumuştum. Aklımda kaldığı kadarıyla "Bir Filozof mutluluğu aramak için dünyada ki bütün öğretileri, bütün dinleri vb. incelemiş, batıdan doğuya dünyanın her yanını dolaşmış. Gittiği her yerde mutluluğun ne olduğunu ya da ne olmadığının yanıtını tam olarak bulamamış. Bir gün yolu Anadolu’ya düşmüş. Bir yerden geçerken bir Derviş'le karşılaşmış. Derviş elinde çapa, toprağa bir şeyler ekiyormuş. Filozof, Derviş’in bu eylemini çok önemsemiş. Filozof, Derviş'e "ben mutluluğun ne olduğunu" arıyorum; yanıtını tam olarak bulmadım, “sence mutluluk nedir” demiş? Derviş, elindeki çapayla toprağa bir şeyler ekmeye başlamış ve Filozofa dönerek, "MUTLULUK ÜRETMEKTİR" demiş.    
                 Üreten insan mutludur. Yaşamı dönüştürür. Üreten bir insanın aklına ölüm bile hiç gelmez. Ancak o, birileri öldüğünde ölümü anımsar.  
Doğa sürekli üretir ve aynı zamanda tüketir de.
                  Doğada iyilik, kötülük, güzellik... gibi değerler yoktur. Doğada süreklilik ve zorunluluk vardır. Bu anlamda üretmek ve üreterek tüketmek doğaya uygun olandır. O zaman sürekli üretmek ve yaşamı anlamlandırmak gerekir.
                 Ölüm ve yaşam birer gerçektir. Ölüm, nasıl ki doğanın bir gerçeğiyse, yaşam da öyledir. Yaşam, alınan nefes, yenilen yemek, içilen su, öpülen sevgili, paylaşılan duygulardır... 
                 Bunların hepsi birer gerçektir. Varlaşan her şey ölür. Olmayan, yaşamayan bir şey için “ölüm” söz konusu olamaz. 
Yaşadığımız anda ölüm bizden uzaktır, öldükten sonra da yaşadığımızın farkında olmayacağız. O halde yaşamımızı ölüm var diye zehir etmeye gerek var mı?
                "Ölüm varsa ben yokum, ben varsam ölüm yok! O halde ölümden korkmaya gerek yok” demiş Epikür.   
                 O halde yaşadığın sürece ölümü düşünmek ve onun korkusuyla yaşamak hayatı çekilmez kılar.                    
                  Yine de ölüm korkutucudur ama acılarla yaşamak, daha da korkunçtur.